20 Kas 2011

Murathan Mungan Sever misin?

"Geçtiğimiz yollarda kaybettiklerimizin bize en büyük kötülüğü kendilerini tekrar tekrar hatırlatmalarıdır. Bir kere kaybetmekle kurtulamadığımız şeylerdir. Yoklukları, hayatımızdaki varlıkları haline gelir. Hep ama hep hatırlarız. Ne biçim kaybetmektir bu?

Kim gölgesinden kaçabilir ki?

Bazen duygularımız bizden erken yaşlanır ve bizden hayatın geri kalanını alır. Hayatın, kendini anlayanları cezalandırmasıdır bu. Durup durup ardına bakan kadınlar vardır. Geçmişi düşünmekten şimdiyi yaşayamazlar; herşeyi didikleyip duran, mazisinin gölgesinden, anılarının yükünden bir türlü kurtulamayan, gözleri ufuk yorgunu kadınlar... Güçlü, köklü bir biçimde yeni arkadaş edinecek yaşları geride bıraktıysan eğer, hasar görmüş eski arkadaşlıkları onaracak çağı da geride bırakmış oluyorsun. Zaman ilerledikçe birçok şey daha zor olmaya başlar. Beklentisi yüksek olan kadınların yalnızlığı daha koyu oluyor. Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar, bir daha iflah olmuyor, geçip gittiğiyle kalıyor...

Zaman, aşk... Herşey!

Ayrılıkları ayrıntılar acıtır; kadınları mahveden erkekler değil, ayrıntılardır.

Erkekler, erkekliklerinin tadını alabildiğine çıkartırken; kadınlar bu konuda da umutsuzdurlar. Çünkü kadınlık bekler. UMMAK ve BEKLEMEK, kadınlığa verilmiş iki cezadır..."

Murathan Mungan

17 Kas 2011

Şikayetlerim Arttı Yine...

Bu aralar yine "ben neden işsiziiiieeeaammmm?" bunalımı geçiriyorum. KPSS'den 90 küsür alıp hala evinde oturan benim gibi kaç talihli vardır, bilemiyorum. Artık çatlayacağım. Her gün memurlar.net'e girip çıkmaktan bıkkınlık geldi. Hayır, onca girip bakmalarım bir işe yarasa içim acımaz. Kadro falan açıldığı da yok. Şimdi sıradaki merkezi atama için 21 Kasım'ı bekliyorum. Yine bir yere atanamazsam kendimi "tam tomatik ev kadını" moduna alacağım.



Evdeyken evde olmaktan, işe girince de çalışıyor olmaktan sıkılan bir insanım. Ama olay şöyle. Her ikisinde de boş oturmayı sevmiyorum. Evde ev işi nereye kadar yaratabilirim ki? Temizlik, bulaşık, yemek derken günlük işler öğlen olmadan bitiyor zaten. Çamaşır, ütü desen haftada en fazla iki kere yapacak kadar birikiyorlar. Öyle bir taraflarımdan DIY projeleri uydurmaktan da çok sıkıldım. Örgüye dadanmıştım bir ara ama, lastik ve haroşa örmekten başka bir halt bilmediğim için o da sıktı valla... Fimoydu, yemekti, pastaydı derken... Elimdeki alternatifler tükendi. Zaten İst.da hobi sahibi olmak da zor. Hele beni,m yaşadığım yerde yaşıyorsanız. Hiç bir halt yok ve olan yerlere de bir hayli uzağım. Dolayısıyla, yeni bir hobi edinmek için yapmam gereken alışveriş en az bütün bir günümü alır. Bunun büyük kısmı da yollarda sürünmekle geçer. Ayy hamile halimle hiç çekemem valla... Kalsın, almayayım.

İş yerinde sıkılma konusuna gelince, boş oturulan yeri sevmiyorum dedim ya... İş olmayan bir yere düştüysem, sıkıntıdan patlarım. Hele de yeni elemansam. Hiç kimseyle samimi değilimdir, lak lak yapamam. Yapsam en önce ben göze batarım; yeniyim ya. Herkes oturur melul melul birbirine bakar. Sana iş veren de olmaz ama ilk krizde hiç çalışmayan sen olursun. Yeni olduğun için ağzını açıp kendini de savunamazsın. Bana böyle mesai saatleri dahilinde, gerektiği kadar yoğun bir iş ortamı lazım. Ne fazlası, ne eksiği...

Ne manyakça bi yazı oldu yine yaa... üfff...

20 Eki 2011

Ne Zaman Bitecek?

İçimiz yanıyor. Yine bir sürü ana kuzusuna yazık ettiler. Erkek evlat bekleyen bir anne adayı olarak üzüntümü tarif etmem mümkün değil. Allah herkese önce akıl-fikir, sonra vicdan versin. Ve birileri artık bu kısır döngüye bir DUR! desin.

11 Eki 2011

Yuppii!!!!

Artık yeterince içimde tuttuğum bir şeyi paylaşabileceğimi düşünüyorum ve açıklıyorum :) 17 haftalık afacan bir erkek çocuğuna hamileyim :))) Eğer gördüğümüz şey bir parmak gölgesi falan değilse, çok yakında şehzade anası oluyorum :P


Hamile olduğumu ilk öğrendiğimde, yıllardır bebek sahibi olmak isteyen eşimle beraber bir laboratuvardaydık. Sonucun pozitif olmasını ikimizde hiç beklemiyorduk, çünkü hem ben  PCO'luydum hem de bu daha ilk denememizdi. (maşallahhh!!) Danışmadaki kız soyadımı sordu, sonuçlarımı eline aldı ve "ne bekliyorsunuz?" diye sordu. Biz de "bilmem" gibisinden başlarımızı salladık. Sonra kız kocaman bir tebessümle pozitif olduğunu söyledi. Eşim şok geçirdi. Oradaki tüm çalışanlarla tek tek tokalaştı. Hemen sonuçlarımızı alıp doktorumuza koştuk. Doğruydu, 5 haftalık hamileydim :) 1 hafta kadar sonra da bebeğimizin ilk kalp atışlarını dinledik. Harikaydı. Öyle güçlüydü ki, hayran kaldım. Bebeğinin kalp atışlarını ilk kez duyan her anne adayı gibi ağlamam beklenirken, ben gülmeye, kahkahalar atmaya başladım!! Benim için böylesine bir şeye tanık olmak inanılmaz derecede mutluluk vericiydi çünkü.

Şimdi 17 haftayı geçirdik bebeğimizle. Her akşam babasıyla ve benle uzun uzun konuşuyor. Şimdilik biz anlatıyoruz, o dinliyor. Kafamızın etini yiyeceği günler yakın nasıl olsa :) Bunu telafi eder o zaman :) Heyecanı bambaşkaymış gerçekten. Mesela geçen gün Torium'a gittik. Sadece ve sadece bebe mağazalarını gezmek istedi canımız. H&M mağazasına bile sadece ona kıyafet bakmak için girdik. İlk kıyafetlerini de aldık :) Birisi üzerinde "my dad is stronger than yours" yazan minicik bir t-shirt; diğeri de sarılı-beyazlı bir zürafa kıyafeti gibi bir şey :)) Küçüğümün henüz bir dolabı olmadığından kendi dolabımda baş köşeye astım onları. Her gün bir kere de olsa çıkarıp seyrediyorum.

Bebe mağazaları inanılmaz eğlenceli. Bir sürü değişik şey görüyorsunuz. Gerekli gereksiz hepsinden bebişinize almak istiyorsunuz. Mesela bugüne kadar gördüğümüz en ilginç şey, içini doldurduğunda müzik çalan bir lazımlıktı :) Törenle kaka yapacak tabi benim şehzade oğlum :)))) Hayır, hayır almadık onu. Ama her an alabiliriz. Çünkü bunu üreten zekaya hayran kaldık :))

Neyse yazıyı fazla uzatmayayım. Artık bunu tanıdığım herkese haykırabilmiş olmak beni çok rahatlattı. Hiç sırların insanı değilimdir de :)

Bi de ileride bebeğim okusun diye yazdığım bir blog daha açtım.  Bebekle ilgili paylaşımlarımı daha çok orada yaparım sanıyorum :) İçimdeki Sihirli Fasulye koydum adını da.

Şimdilik yazımı noktalıyorum. Şu ana kadar söyleyebileceğim tek şey ise, çok ama çok heyecanlı olduğum!!!

3 Eki 2011

Düğün Anıları



Yıllar sonra İstanbul'a geri taşınınca düğünlere gitmeye tekrar başladım. Her yıl en az 3-4 düğün olur ailede. Cumartesi akşamı da yine bir düğün vardı. Ben de oradaydım tabi :)

Bir kere kız daha 20 yaşında ya ar ya yoktu. Yani bazı kızlardaki bu erken yaşta evlenme merakını asla anlamayacağım. Önce okulunu bitir, üniversite ortamını gör... Evlilik kaçıcak sanki. Pehh... Gelin fiziksel olarak da öyle zayıf, öyle minicikti ki; kendimi 15inde kızı evlendirdikleri bir köy düğününde gibi hissettim... Damat saçlarını mandaya yalatarak aileyi büyük bir berber faturasından kurtarmıştı. Gelin geceye topuklu ayakkabılarla başladı,ancak yaklaşık 2 saat süren takı merasiminden sonra gelin odasından converse'leriyle çıktı. Hayatımda gördüğüm en oynak 2.gelindi. 1.si 30lu yaşlarının sonlarına doğru evlenene, düğünde eteklerini iki yanından toplayıp kaldıra kaldıra kudurmuş gibi oynayarak; genç yaşta saçları dökmüş damadın bile ağzını açık bırakan bir gelindi. 2.si de bu ufaklık işte :) Kravatını kafasına bağlamış olan damatla oynayan küçük gelinimiz, roman havasında kendini kaybedince; ele güne karşı "halimiz,vaktimiz yerinde çok şükür" mesajı vermek isteyen damadın paraları saçmasıyla daha bir coştu. Coşkusuna yenilerek eteklerini toplayıp, romanı falan bıraktı ve yerdeki paraları toplamaya koyuldu. Tutumlu gelinimzi kutluyor, aile ekonomisine yaptığı katkılardan ötürü teşekkürü bir borç biliyoruz. Keşke her gelin bu kadar düşünceli olsa. Ülke ekonomimiz kalkınır.

Daha fazla dayanamayıp düğünden ayrıldık. Zaten saat 11'e geliyordu. Eve vardığımda yerimden hiç kalkmadığı9m halde ayaklarımın acayip ağrıdığını fark ettim. Hemen yattım. Sabah uyandığımda saat yine 11idi :)

Bi ilginç şey daha oldu. Eve dönerken bindiğim minibüsün şoförü, İstanbul trafiğine aldırmadan hem usta manevralar yapıyor hem de iddia oynuyordu. Yanlış okumadınız, bildiğimiz iddia... Kuponu tuttu mu bilmiyorum ama eve çok hızlı geldik. Teşekkür ediyorum kendisine de...

Benden bu kadar.

NOT: eklemeden geçemeyeceğim, bugüne kadar gördüğüm en güzel düğün kendiminkiydi. Hıh!

Bbye.. :)

29 Eyl 2011

İzlediklerim :)

Bugün izlediğim yerli ve yabancı dizileri yazayım istedim. Belki sıkıcı bulursunuz, belki zevklerimiz benziyordur denemediğiniz dizileri benden duyup denersiniz falan filan...

Öncelikle asla hiçbir bölümünü kaçırmadığım, çıkmasını heyecandan tırnaklarımı kemirerek beklediğim dizilerden başlamak istiyorum.

1 NUMARA:

Diziler arasında geçen yıl bulaştığım Game Of Thrones dizisi kesinlikle beni en çok heyecanlandıran dizi oldu. Her bölümü 1saatten fazla sürüyor ve kesinlikle yerinizden kıpırdayamadan izliyorsunuz. Dizide hiçbir şey alışıldığı gibi ilerlemiyor. Beklediğiniz hiç bir şey tahmin ettiğiniz gibi gerçekleşmiyor. Aaahh aahhh ne yakışıklılar ne yiğitler telef ettiler bir bilseniz :))) Diziyle ilgili sinirlerimi bozan tek şey ise yeni sezonun (2.sezon) hala başlamamış olması. Taa Nisan'a kalmış yani... Sinir oldum, evet. Siz gidin havayilerde mayamilerde yatın bütün yaz inek gibi, izleyici beklesin. Kınıyorum sizi GOT ekibi! Yeni bölümü yapın, çatladım bak valla :)




2 NUMARA:


2 numaraya da kesinlikle "How I Met Your Mother" dizisini koymalıyım!!Çünkü hem dizideki komediyi geyikleştirmediler, hem gereksiz dram katmadılar hem de işlenen dostluk ve ilişkiler birçoğumuzun özlediği gibi. Sıcacık ve içten. Her yeni bölümünü izlediğimde "peki ya sonra noluyomuş Ted amcaa?" diye meraklanmaya devam ediyorum. E tabi Ted her sevgilisinden ayrıldığında da "oha Ted, bu da mı değil? Ne anaymış, bi tanışamadın!! Kurdeşen döktük burda be senin yüzünden!!" veya "Bu Ted de iyice kaşarlandı şaka maka..." gibisinden yorumlar dökülüveriyor ağzımdan. O değil, bu değil... Nasıl bi kadınla evlenicek bu herif en sonunda anlamadım ki? Ama siz diziyi izleyin, tavsiye ederim :)

NOT: Diziyi ilk defa izleyecek kızlara sesleniyorum!!! Boşuna dizideki Barney karakterine hayran olmayın, kendisi erkeklerle ilgileniyor gerçek hayatta... Aklınızı başınıza alın, dantelinizi örün, kapının önünü süpürün, hanım hanımcık olun. Ağzınıza çakmiiim haaa (Ananemden enstantaneler)

3 NUMARA:

Bu diziden daha dün haberdar oldum. Yükleyip hemen izledim. Zaten piyasada sadece ilk bölüm var henüz. Ama bağımlısı olacağımı hemen anladım. Bir kere bölüm 1,5 sat falan sürdü. Hiiiiçç sıkılmadım. Biraz Jurrasic Park'ı hatırlattı ama genel olarak hayvanlarla iletişim dışında pek bir alakası yok. Jurrasic Park, Lost vs gibi dizileri sevenler bunu da hiç kuşkusuz bağırlarına basarlar :) Yalnız hayvanseverleri harekete geçirebilecek olaylar oluyor dizide. Ergenler içelim, coşalım falan deyip gidiyolar ormana, bulmuşlar bi meyve alkollü müdür nedir? Onu damıtıp damıtıp içiyolar, içip içip sapıtıyolar. Sonra yırtıcıların bölgesine giriyolar. Hayvan bu, içgüdüsü gereği avcı yani. Alıyo kokuyu, duyuyo bunların salak kahkahalarını. E napıcak, bulmuş kolay avı kaçırır mı? Sonra bunlar arıyolar babalarını, babaları geliyo hayvancıkları vuruyo. Bayıltıyoruz diyolar ama günahları boyunlarına. Buradan bu hareketi kınıyorum. Panter Emel yetiş, nerdesin?!!!

4 NUMARA:

Yukarıdaki ilk 3 dizi kadar olmasa da merak ettiğim, heyecanla beklediğim Türk dizileri de var. Ama bu dizileri bazen sonuna kadar izleyemiyorum. Fazla dram bünyeme aşırı yükleme yapıyo, kafa kaldırmıyor. Yine de bir Aylin-Soner aşkını, bir Caroline entrikasını, efendime söyleyeyim bir Murat bu hafta ölecek mi? yi merak ediyorum her Türk genç kızı gibi. Murat da ölmüyor anam, adama hanım almak yaradı. Adamın damarlarına kan geldi, meymenetsiz suratına can geldi. Gerçi adam hem kötürüm, hem abisi kandırdı, hem de karısıyla abisi fingirdeşiyo. Biz niye nefret etmek için bu çocuğu seçtik yahu? Niye olacak, hatırladım : sevenleri ayırdı. Pis. Gebersin. Hıh. Bi de dizide ben Caroline'i tutuyorum, kimse kusura bakmasın. Her şeyin Avrupalısı makbul ayol hahayt!!

5 NUMARA:

Ailecek yeni başladığımız bir Türk dizisi de Kuzey-Güney. Hiç atlamayınız sazan gibi, izleme sebebimiz Kıvanç'ın adonisiymiş, yok efendim six pack'iymiş falan diye. Sormazlar mı adama, "e hadi ben ondan ötürü izliyorum da, kocam da mı onu izliyor be şaşkın?" diye? Hadi bakalım cevap ver!! Hoşumuza gitti, izliyoruz. Zaten milletçe aldatmalı falan şeyleri ne çok severiz, di mi? Ama biri bizi aldatsa çıldırırız. Dizide de kınadığım bir-iki nokta var. Şöyle ki 1.simit yiyip durmayın sıcak sıcak, gece vakti canımız çekiyo. Bulamıyoruz. 2.Kıvanç artık "yengeyi önce teselli et, sonra kandır" taktiğini uygulamasın. Ayrıca bu dizide daha öküz, efendime söyleyeyim daha ayı bir Kıvanç görmekten de ayrıca mutluyuz :)



6 NUMARA:

Her ne kadar artık çarşamba geceleri Kuzey-Güney izliyor olsam da,ilk başladığı dönemde Hürremciğimi hiç kaçırmadan izlerdim. Ama zamanla sıkıldım. Milletçe tarihimizle pek övünür, tarih dersini de hiç sevmeyiz ya hani;  ben de bendeki değişimini buna bağladım. Başlarda öpüşen, sevişen bir Süleyman görmek halkımızı büyük hüsrana itmiş, şok etkisi yaratmıştı. Ancak zamanla alıştık heralde. Eleştiriler kesildi.Yani bunca ecdadın mitoz  bölünme sonucu ortaya çıkmadığı gerçeğini kabullenmiş olmalıyız sonunda diye düşünüyorum. Unutmayalım; padişahlar de sever, sevişir. Yoksa niye hareme o kadar masraf yapsın di mi ama?? Bunu da açıklığa kavuşturduğumuza göre diziye dönebiliriz. Dizide Hürrem'i sevdik, bağrımıza bastık da... Bu nasıl mümkün oldu ben hiç anlamadım. Biz ki, anneleri ve dahi kendileri bizzat Beyaz Rus hatunlarından ve onların uzun bacaklarından çekmiş bir kadın milletiyiz, orda Mahidevrancık iki gözü iki çeşme ağlarken nasıl oldu da ona uyuz olup Hürrem'e bayıldık bilmiyorum. Var bu Rus kadınlarında bi keramet vallahi bak... Diziyi eskisi kadar sık izlemesem de, bazı yerlerini yakalıyorum. Çünkü Kuzey-Güney bittikten sonra Muhteşem Yüzyıl bir  40 dk daha sürüyor.  Şu ana kadar gördüğüm bir saçmalık var ki; "vay efendim bu bölüme çok para harcadık" dedikleri her bölüm çok tırt çıktı. Kazık mı yediniz a yavrum diye soracaktım nerdeyse show tv'yi arayıp. Bkz. Mohaç Meydan Muharebesi bölümü...

7 NUMARA:


7 numarayı iki dizi arasında bölüştürmeyi uygun gördüm. Çünkü bu iki diziyi de Tv'den takip ediyorum. Yeni bölüm olsa da olmasa da olur. Zaten her bölüm kendi içinde bir hikaye barındırıyor. Bir bölümü izlemeyince hiç bir kaybınız olmuyor. İkisi de polisiye dizi. Genelde gerilimle ve bulmaca çözmekle falan geçiyor. Criminal Minds'da davranışlarından katili tanımlayıp öyle yakalıyorlar. Mesela, ayak izinden bu herif içe doğru mu basıyo hemen anlıyolar bak, ona göre. İçe basmayın gençler. Ve yine davranışlarından bu adam niye öldürüyo, derdi ne, annesi-babası ayrılmış mı, kocası/karısı dırdırcı mıymış, borcu mu varmış, kredi kartı batağına mı düşmüş... Hepsini anlıyolar. Yakalayınca da işte tipik "seni anlıyoruz dostum, hadi gel konuşalım" falan diyolar. Kimi geliyo, kimi gelmiyo. Böyle bi dizi...


Law&Order'da adı üstünde önce polisler yakalıyo, sonra mahkemesini de izliyoruz. Bazen ceza oluyor. Bazen serbest kalıyor suçlular. Savcı kadın kuduruyor falan. Bu da güzel bir dizi. Genelde sex suçları üzerine yoğunlaşmışlar.Bu da diğer dizi gibi her bölümünde yeni bir hikaye barındırıyor. Güzel işte izleyin bence arada :)






8 NUMARA:

Bu da fena değil bak. Doktorlar dizisi sizi yeterince baymadıysa bunu da izleyin :) Ama bunda genelde, hamileler, doğumlar, ailesel psikolojik sorunlar falan var. Güzel. Olsa da olurrr, olmasa da heheuehu









9 NUMARA:


Sıkılınca izlediğim bir dizi. İndirdim ilk sezonu. Bakiim noluyomuş. Küçük Sırlar'ı yerin 7 kat dibine niye sokmuş bizimkiler bi anlayayım dedim :)










♥♥♥♥♥♥ : 


İzleyip bitirdiğim ve gerçekten çok özlediğim bir dizidir bu: SEX AND THE CITY!!! Her sezonunu, her filmini severek izledim. Bazı insanların "kız saçmalaması" falan demesine aldanmayın, izleyin bağyanlar!!! İlla kendinizle bağdaştıracağınız bir yer bulacaksınız. Hem erkeklere göre,sizin söylediğiniz/yaptığınız/söylediğiniz bir çok şey "kız saçmalaması"... Unuttunuz mu? Bizimkiler kız saçmalaması, onların bir futbol maçında 10sn'lik bir pozisyonu hafta sonu iki gece 561767684 kere izleyip yapılan yorumları dinlemesi memleket meselesi... Beyler kabul edin, elinizde artık o çok övündüğünüz "ofsayt" bile yok...


Bbye... :)

28 Eyl 2011

Özür Dilerim.


Ben kendi hayatımdan aptal aptal yakınırken, bazı insanlar terör kurbanı oluyorlar. Sabah sabah Hakkari'de bir Kimya Mühendisi'nin öldürüldüğünü, öğretmen eşinin de ağır yaralandığını öğrendim mesela... Başka bir şehirde köy korucularının kaçırıldığını, yardıma giden güvenlik güçlerine bombalı tuzak kurulduğunu ve yararlıların olduğunu... Amaçsız insanların, hiçbir yere varmayacak, asla tatmin olmayacak, hiç dinmeyecek savaşı bu. Olmayan yasakları varmış gibi gösterip, halkı yanıltarak kendi iğrenç çıkarları uğruna kullanan bir grup insanın kendi vicdanıyla hesaplaşması belki de... Vicdanlarının sesini bastırabilmek için öldürüyorlar belki, kim bilir?... Kulaklarında çınlayan masum insanların çığlıklarını duydukça, duymamak için yok ediyorlardır belki de. Ama ne kadar öldürürse o kadar yükselecek o çığlıklar. En çok da haklarını savunduklarını, koruduklarını iddia ettikleri halktan insanların canına kıyıyorlar. Daha dün, karnında bebeğiyle bir anneyi vurmadılar mı? 7 aylık hamile anne dün öldü, bebeğiyse bu sabah... Acımıyorlar ama merhamet bekliyorlar. Hak-hukuktan anlamıyorlar, adalet istediklerini söylüyorlar. Tek bir sorum var : rahat mı batıyor??

Yapacak Bir Şey Bulamıyorum

Bu aralar yine canım çoookkk sıkılıyor. Yapacak hiçbir şey bulamıyorum. Canım yazmak bile istemiyor :( Ama nedense her seferinde kendimi bilgisayar karşısında, blogu açmış olarak buluyorum. Keşke hayatım çok egzantrik, macera dolu olsaydı falan da demiyorum. Yine işsizlik sendromu mu yaşıyorum bilemiyorum. Çok şey istemiyorum. Yani, sabahları kalktığımda saçlarımı köpeğimin elinden 21654 kere kurtardığım yırtık pırtık lastikle toplamak yerine, fönleyeyim istiyorum. Her sabah bakım kremimi sürüp hafif makyajımı yapıp yeni aldığım bir sürü ayakkabıdan birini giyip evimden çıkayım aceleyle istiyorum. Araba sürebileyim istiyorum. Evime 15-20 dk mesafedeki iş yerime her sabah arabamla gidip geleyim, yağmurlu havalarda fönlü saçları bozulanlara hava atayım istiyorum. Bir kerecik olsun, satın alacağım bir şey için milyon kere düşünmeyeyim, kocişime bu masrafı yaptırdığım için vicdanım bana hesap sormasın istiyorum. Vurdumduymaz olabilmek istiyorum. Ve savurgan...

Günde iki kez köpeğimi gezdirmek benim için cehennem azabı olmasın istiyorum. Zevkle yapayım bu işi. Sportif bir insan olayım. Günde 45 dk yürümedim mi içim rahat etmesin.

Her şeyi boş ver de... Ben artık faydalı olmak ve faydalı olduğum hissettirilsin istiyorum. Şimdi gidip göbeğimi televizyon izleyeceğim.

Bbye...

8 Eyl 2011

İstanbul Seni Mahvetmiş...


Dün, eşimin teyzesiyle Cevahir AVM'de buluştuk. Yol beni mahvetti. Önceden bunun iki katı zorlukta ve uzunlukta yolları her gün gidip gelen ben, helak oldum resmen. Neyse, giderken de gelirken de metrobüste dikkatimi çeken bir şey oldu. Genci yaşlısı bütün kadınlar ayakta, +5 yaş altı bütün erkekler yayılmış oturuyor. Nerde kaldı sizin erkekliğiniz, yiğitliğiniz, delikanlılığınız? Hani kadını kendinizden zayıf görüyordunuz? Niye kalkıp yer vermiyor erkekler bayanlara? Hani daha dayanıklıydınız beyler? Kınıyorum hepinizi, yazıklar olsun size. Bi de metrobüse, otobüse binerken koca koca adamlar beni bi  ittiriyorlar. Üstümden geçecek kolayını bulsa adam. Hayır yani, Allah'ın öküzü, içeride senin bana bir centilmen olarak yer vermen lazım. Ne itekliyorsun??

Neyse dönüşte Avcılar'dan otobüse binecem. Son duraktayız. Durağa gittim. Sıra falan yapmamışlar. Herkes kendi halinde. Gezenler, oturanlar, sigara içenler. Kaldı ki zaten 6-7 kişi var durakta. Benden sonra da birkaç kişi geldi. En fazla 15 kişi varız. Otobüs durağa yanaştı, kapının önüne yığıldılar. Sıra falan yine yok. Ama bir yığılma var, çok komik böyle. Ben de eski bir İstanbullu olarak sıranın önlerine doğru geçtim, ki benden sonra gelen iki tane kapalı abla 3.sıraya yerleşmişti bile. Kucaklarında bebekleri vardı, bana anormal gelmedi öne geçmek istemeleri. Neyse tam binilecek, ön sıralarda bir adam bana kaş göz işaretleri yapmaya başladı, "noooluyo" diyor kendince... Ben de bir şey mi var dedim. Adam bana "sıra var" diye çemkirdi. Ben de "geldiğimde sıra falan yoktu, otobüsü görünce yığıldınız"dedim. Bu sırada amcanın önündeki tiki kızımız "bordaan şoraya doooru sıra vağğrr" diye açıklamasını ihmal etmedi sağ olsun. Hayır, ben zaten sıra olması taraftarıyım. Çünkü zaten 10dk.da bir kalkan bir hatta, oturamayacağım otobüse binmeyi kesinlikle istemem. Herkes sıradan biner, bana yer kalmadıysa ben bir sonraki otobüsü beklerim. Yıllarca böyle gidip geldim üniversiteye. Benim kızdığım, ortada olmayan bir sıradan, açıkgözlülük ve sürat ile kendisine haksız çıkar elde etmiş insanların pişkinliği... Hayır bi de laf sokuyosun utanmadan. Neyse sonra ben bu amcaya "içeride sizin bana yer vermeniz gerekir zaten, ben bir bayanım. siz otururken ben ayakta mı gideceğim" dedim. Kaldı ki, başta da dediğim gibi, yer bol/kişi sayısı az. Ulan zaten oturacaz hepimiz. Ben lafı daha fazla uzatmak istemediğimden sıranın en sonuna geçtim. Sonra otobüsün kapıları açıldı, bindik. Adam en ön koltuğun koridor tarafına oturmuş, cam kenarını da bana ayırmış. Manyak mıdır nedir? Tuttu kolumdan ben geçerken, "gel buraya otur"falan diye ısrar ediyor. Hayır diyorum, kolumu da kurtaramıyorum. Tersledim en sonunda. Geçtim en arkanın bir önüne,  oturdum. Oturduğum an gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Hayatta böyle salakça şeyler için ağlamam. Ama hem bu şehre geri dönmüş olmak, hem günü yorgunluğu, stresi, hem de insanların ne kadar pislik olduğu düşüncesi sinirlerimi boşalttı sanırım. Oturduğum yerde bir 10 dk ağladım sessizce. Neyse ki güneş gözlüklerim vardı, kimse görmedi ağladığımı. Sanırım :)

Neyse işte böyle. Bunları yazarken aklıma başka bir sık geçen hat otobüsünde yaşadığım saçmalıklar silsilesi geldi. Bu da yine indirimli hattı. Metrodan kalkıyordu işte. İş çıkış saatlerinde 15 dk.da bir geçen bu hatta, bir keresinde insanlar öyle bir doluşmuşlardı ki, zaten eski olan otobüsün orta kapısı bunca basınca dayanamayıp ellerinde kalmıştı. Kapının bir kanadını bir kişi, diğer kanadını bir başka kişi tutuyordu. Biri inmek için düğmeye bastığında kapıyla beraber aşağı iniyorlardı. Ben indim ara duraklardan birinde. Kapı noldu bilmiyorum yani :) Hatta bazı sabahlar, derse geç kaldığımızda biz de bu dopdolu otobüse binmek zorunda kalırdık arkadaşımla. Ayakta durmamıza, otobüs onca sallanmasına/sarsılmasına rağmen hiçbir yere tutunmadan ve düşmeden gelirdik metroya. Çünkü otobüste düşebileceğimiz bir hava boşluğu dahi yoktu :)

Sizin var mı absürt otobüs anılarınız?

Bbye...

Not: Dün kullandığım hat 500T değildi. Zaten Avrupa yakasında yaşıyorum ben. İstanbul'daki toplu taşımacılığı bunun kadar güzel ifade eden başka bir görsel öğe olmadığı için bunu seçtim :)

6 Eyl 2011

Teenage Mutant Ninja Turtles!


Yine uzuuuuunnn bir aradan sonra blogumun başındayım. Bu kadar çok ara vermeme bir sürü şey sebep oldu aslında. Taşınma, yerleşme, alışma, kocişi yeni işine uğurlama fasa fiso. Bi de bazı çok çok önemli değişiklikler falan filan. Neyse biz bu ıvır zıvırı geçelim de, geçen gün Torium'un kadınlar tuvaletinde aklıma gelen bir konuyu paylaşayım sizlerle olmaz mı? :)

Dediğim gibi, geçen cuma günü, ailece Torium'u görmeye gittik. Evet, çok sığ insanlarız, ailece pikniğe falan değil AVM görmeye gidiyoruz. Mok var çünkü :P Neyse. Gezerken gezerken, bu aralar kapıyı sık sık çalmaya başlamış olan küçük tuvaletim yine geldi ve tuvalete koştuk - yine ailece :S - Tuvalette biz kadınların en doğal ihtiyaçlarımızı bile görebilmek için ne zorluklarla karşılaştığımızı ve bunlarla başa çıkmak için ne tür mutasyonlar geçirdiğimizi düşünme fırsatım oldu. Eve döndüğümdeyse bu düşüncelerimi detaylandırdım ve ortaya aşağıdaki gibi bir liste çıktı minnoşlarım :


  1. Tuvalet Mutasyonu : Tabi ki bana bu ilhamı verdiği için ilk sırayı bu mutasyona verdim. Tuvalet mutasyonu dediğimiz şey, ortak kullanım alanlarındaki tuvaletler için kadın bedeninin geliştirdiği önemli bir savunma tekniği. Alafranga tuvaletle karşılaşan bir kadın bedeni hemen savunmaya geçer ve kesinlikle hiçbir yere temas etmeden önce tuvalet kabinine girmeyi daha sonra da işini görmeyi başarır. Bu işlem sırasında önemli olan yüzeyle sıfır temastır. Zira bizden önce girenlerin ne halt ettiklerini bilemeyiz. O ıslak ellerini nerelere sürdüler? Elleri neden ıslanmıştı? Ellerinde başka organik maddeler de var mıydı gibi sorularla muhatap olmamaktır amaç. Ha bir de bu mutasyonunu henüz tamamlayamamış, bu nedenle deliğe değil etrafa yapan kız arkadaşlarımız da yok değil. Burada en önemli husus nedir? DİKKAT! Lütfen daha dikkatli olalım ve mutasyonumuzu tamamlamadan ortak kullanım alanlarındaki tuvaletleri kullanmayalım, pislik yapmayalım.
  2. Makyaj Mutasyonu : Biz kadınlarda, erkeklerden farklı olarak bulunması gereken bir diğer özellik de, her ne koşulda olursa olsun bakımlı görünmektir. Saçlarımız hep parlak ve sağlıklı, yanaklarımız hep mahcup ve pembe, bakışlarımız hep derin ve duygulu olmak zorunda. Bu sebeptendir ki; biz kadınlar, makyaj mutasyonuna uğramışızdır. Örnek olarak; okul tuvaletindeki el kurutucuda saçına fön çekeninden, Şirinevler-Yenibosna trafiğinde dur-kalk yaparken rimel sürenine;  dev boy allık fırçasını bile clutch'ından ayırmayanından, dudakları hep az önce yağlı patates kızartması yemiş gibi seksi görünsün diye saniyede 100 vuruş hızıyla lipgloss tazeleyenine kadar geniş bir yelpaze sunabiliriz.
  3. Ped (Ticari İsmiyle Hijyenik Kadın Bağı) Kardeşliği Mutasyonu : Bu mutasyon da bir kadın için hayati önem taşımaktadır. Öyle ki; bu mutasyon olmasaydı birçok kadın sosyal ortamdan itilmiş, ayda bir haftasını evinden çıkmadan geçiren bir varlık olacaktı. Hatta kadınlar sokaklarda güven içinde, huzurla dolaşamaz hale geleceklerdi. Gelelim bu mutasyon türünü açıklamaya. Bu mutasyon türünde ihtiyaç sahibi kadın çeşitli frekans dalgaları yayarak hemen ihtiyacını karşılayabilecek uygun kardeşini arar. İhtiyacı karşılayabilecek uygun kadın da, yayılan dalgalardan ihtiyaç sahibini hisseder ve hemen yardımcı olur. Ya da siz olayı bu kadar uzatmayıp en yakındaki kızlar tuvaletindeki kadınlara da sorabilirsiniz... 
  4. Ay Ben Rejimdeyiiiimm Mutasyonu : Her hanım kızımız gibi kesinlikle bu cümleyi sen de kurdun. Evde yapayalnızken vur patlasın/çal oynasın giden yemek saatleri, gelsin mantılar/gitsin tatlılar geçen akşam yemekleri, parmak gibi sarmalar/kese gibi dolmalar derken; birkaç kadın arkadaş bir araya gelindi mi "ayy ben rejimdeyiiiaamm" diye diye birbirini darlamalar, öbürlerinin de yediğini/yiyeceğini boğazına dizmeler... Eskiden biz kadınlar daha özgürdük. Bir altın gününde tüketilen karbonhidrat/yağ miktarıyla 60 lt depolu bir otomobilin deposu fullenebilirdi. Eskiden yiyen değil yemeyen ayıplanırdı, hatta ona küsülürdü. Ancak gelişen teknoloji ve artan toplum ihtiyaçları sonucu (!) kadın kadına yapılan çay saatlerinde börekler, kekler, efendime söyleyeyim kurabiyeler, poğaçalar tarih oldu. Bunların yerine sası salatalar, light dondurmalar, sütlü tatlılar ve hep aynı "ay şekeriieemm, sen kilo mu aldın görüşmeyeliiiee?" ya da "hayatım senin simitler de kocaman olmuş, bizim salona yazılsana" diyalogları ile geçen günler geldi. Ve kadın bunlardan zevk alabilmek uğruna mutasyona uğradı...
  5. Görünmeyeni Görmek, Duyulmayanı Duymak : 4 numaralı mutasyonu geçirdikten sonra hayatta zevk alabileceği fazlaca da bir şeyi kalmayan kadın, kendine başka bir uğraş bulmak zorundaydı. Tabi milyonlarca olasılık arasından, kendisine en zevkli olanı seçti : Dedikodu! Ama bu yeterli değildi. Elini attığı her işte olduğu gibi, bunda da en iyi kendisi olmak istedi. Bu nedenledir ki; bir kadın daima erkeğin sakladıklarını görür, duyar, bulur ve çıkarır. Ona göre beyler!! İşte tüm bu nedenlerden ötürü, kadının kulakları başka bir boyuta geçerek her şeyi herkesten önce duyabilmek için gelişti. Gözleri ise bir kartalınkilerden bile daha keskinleşti ki; detaylarda gizlenen her şeyi görebilsin. O gün bugündür, kadın karşısındakinin davranışlarından, bakışlarından ve imalarından aslında ne demek istediğin çok iyi anlar oldu. Hatta bu mutasyon öyle gelişti ki; kadın sevgilisi söylemeden ne zaman terkedileceğini ya da ne zaman evleneceklerini bile anladı. 

Artık kadın daha mı mutlu bilemiyorum :) Ama bu mutasyonların hepimize bir şekilde yaradığı kesin...

NOT : Bu mutanta karşı koyabilmek isteyen beyler, size de bir iyilik yapıp bitireceğim yazımı. Onun en zayıf noktası; şefkatli bir sarılış, tatlı bir söz, yürekten gelen bir öpücükle ortaya çıkar. Öldürücü darbeyi ise özel günleri hatırlayıp ona durup dururken daha daha daha fazla ayakkabı almakla vurabilirsiniz!

29 Tem 2011

Uppss :))



Yuh ama bana yani. Amma boşlamışım buraları :) İzleyicilerimden çok ama çok özür dileyerek bu yazıma başlayayım öyleyse. Bu zaman boyunca çok acayip şeyler oldu hayatımda ama. Mesela o beni yoran, yormasından çok yıpratan işten ayrıldım. Kendi istifamı vererek hem de. Kovulmadım yani, merak etmeyin. Mutsuz olmaktansa çalışmamayı yeğledim. İstifa ettiğimin 3.günü eşimin İstanbul'a atandığını öğrendik. İçime doğmuş resmen :)

Atanmasına çok sevindik ama İstanbul'a gidecek olmamıza o kadar sevinemedik. Affedersiniz, kiralar kol gibi şişmiş. Bizim otomobilimiz biraz büyük, bir de köpeğimiz var. Bu yüzden sorun yaşamayacağımız, otoparklı, yeşil alanlı bir site bulmamız gerekiyordu. Hem eşimin gerekli evrakları teslim etmesi, hem de ev bakmak için geçen hafta İstanbul'a gittik. Daha ekonomik olsun diye otobüsle gitmeye karar verdik. Konforlu olsun diye de, tek kişilik koltukları olan varan turizm'i tercih ettik. Ama inanın hiç de rahat değildi. Bir kere koltuklar dardı. Her tarafım tutuldu yol boyunca. Ben ki, uzun yolda bebek gibi uyurum; doğru düzgün hiç uyuyamadım. Ayrıca televizyonları da bozuktu. Lüks mersin firmasında bunu hiç yaşamamıştık doğrusu.

Neyse o sabah İstanbul'a indik. Koştur koştur annemin evine gittik. Hemen duş alıp kardeşimle beraber eşimin çalışacağı kuruma geçtik. Aşkitom evraklarını teslim etti. Akabinde annemle buluşup, ev tutmayı planladığımız güzide semtimize geçtik. Hava nasıl sıcak. Ben nasıl terliyorum. Normalde su içmeyi hep unutan ben, tam bir manda gibiyim. Habire "suuuğğğ, suuuğğğ" diye sevdiceğimin kollarına yapışıyorum :)

Dolaş dolaş bi kaç saçma ev gezdikten, köpek düşmanı birkaç insanla muhattap olduktan sonra; ev bakma işinden daha ilk günden sıtkım sıyrılıverdi. Karamsarlığa kapıldım. Kendi evi 185 metre kare olan bir insanım -havam batsın- Kutu gibi evleri görüp, o kiraları duyunca benim bebek pembesi yanaklarım mosmor olup şişti!! Bir de üstüne, "neeğğ? köpek miiğğ? hayatta olmaz.yok!" deyip, çat diye telefonu suratımıza kapatan gayet terbiyesiz tiplerle muhattap olduk. Eşyalı tutmuyoruz evi,yanlış anlaşılmasın. Adamın korktuğu şey, 2 numara terrierin duvarları yeme ihtimali olmalı. Kaldı ki, köpeğim olmasa bile, bir iyi günler bile demeden telefonu yüzümüze kapatan birinin ev sahibim olmasını zaten istemem. Öküz.

O akşam, 14 saatlik otobüs yolculuğunun üstüne bir de İstanbul turu atmış olmamızdan sebeple, küp gibi uyuduk. Allah bize acımış olacak ki, havada da tatlı bir meltem vardı gece :) Ertesi gün yine kalkıp bu sefer sadece eşim ve ben çileli kiralık yollarına düştük. Başakşehir'i neden denemiyoruz yaa, diye düşünüp; kalktık Şirinevler'den minibüse binip oraya geçelim dedik. Başakşehir öyle bir ebesinin nikahına kurulmuş ki,minibüsün  Şirinevler'den oraya gitmesi -abartısız- 1 saat 15 dk sürdü. Neyse sonuçta 1.etapta indik minibüsten. Tam öğle vakti inmişiz. Ortama tam bir ölüm sessizliği hakim. Kimse yok etrafta. Terkedilmiş, hayaletli bir kasaba gibi. Bu kadar dindar bir kaç semt vardır ancak... Ne bir emlakçı bulabildik, ne de yemek yiyebileceğimiz bir yer. AVM bulduk bir tane. Burger King vardı içinde. Eşim nefret eder BK ve Mc Donald's gibi yerlerden... O da Bereket Dönercisi görmüş, oraya gitti. 15 sn sonra elleri bomboş geri döndü.Usta cumaya gitmiş, döner kesilmiyormuş :S Neyse, o sıcakta daha fazla dolaşamayacağım için, tekrar ilk baktığımız yerden ev bakmaya karar verdik. Gittik otobüs durağına, başladık otobüs beklemeye. Otobüsün gelmesi tam 35 dk sürdü. Bu kadar mahrum bir bölge yani... Arabanız ve benzinciniz yoksa, bence oraya taşınmayın.

Her neyse sonunda evimizi tuttuk. Bir dünya para yatırdık. Nakliyesi ,elektriği, suyu, vs derken bu ay baya içeri girdik yani... Evi de öyle çok çok beğenmedim ama napalım, bu dar zamanda anca bu kadar... Keşke buradaki evimi orda iyi bir yere kondurabilseydim...

Bbye :)

25 Haz 2011

Sıkıldım...


2,5 yıllık evde oturup sıkılma tecrübem sonucu bu alanda uzmanlaşmış olmalıyım ki, girdiğim işte de bana yaptırılan tek şey bu. Özgeçmişime gönül rahatlığıyla en uzun deneyimim olarak bunu yazabilirim : "oturup sıkılmak"

Doyumsuz falan değilim. 2,5 yıl evde oturup, bir işe girebilmek için sürekli dua ettim ben. Şimdi çalışmaktan falan sıkılmış değilim. Aksine yoğun günleri seviyorum. Hem zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum böyle günlerde, hem yeni şeyler katıyorum kendime hem de kişisel anlamda kimseyle muhatap olmak zorunda kalmıyorum. Kendi işime bakıyorum ve iyi işler çıkardığımı düşünüyorum. Ama böyle günler fazla değil maalesef. 

Günlerimiz genellikle oturup sıkılmakla geçiyor. Hala lisansör olduğum için bana iş yaptırmadıklarını düşünmeyin, 5 yıllık mühendisi de boş oturuyor, şefi de, müdürü de... Müdürümüz yoğunluktan gebersek de çalışmıyor zaten. Diğer bir-iki departmanın müdürüyle kanka kendisi. Akranlarıyla çay-sigara muhabbetinde kendisi bütün gün... Bazen onlar bizim ofise oturmaya geliyor, bazen bizim müdür onlara çaya gidiyor, bazen de kamelyaya çıkıyorlar. Ayy hayatları böyle zor kararlarla dolu işte şekerim, ne yaparsın müdür olmak kolay değil... Üstelik bir de -yasak olmasına rağmen- ofiste sürekli sigara içiyorlar ve üst düzey oldukları için kimse uyar(A)mıyor.

Böyle iş-güç olmayınca sürekli birileri beni izliyor. Sürekli birilerinden laf yiyorum. Sonuç itibariyle bi tarafımdan vazife uydurup kafama göre iş yaratacak değilim. Birilerinin benimle ilgilenmesi, işi öğretmesi, yetiştirmesi gerekmez mi? Ben mi yanlış biliyorum ki her şeyi? Dışarıdan bakıldığında çok kurumsalmış gibi gözüken, dünya ve Türkiye devleriyle çalışan bir firmada çalışıyorum. Ama çalışma koşullarından kurumsallık adına hiçbir şey yok. Maaşlar çok adaletsiz ve az. Eşimin de kazancı olmasa kesinlikle geçinemem tek başıma bu maaşa. Ayrıca ilk duyduğumda gerçekten sevindiğim pozisyonumun içinin boş çıkmış olması da cabası. İK'nın ve yönetimin aldığı ortak kararlarla değil kişilerin canının istediği şekilde işliyor süreçler. Gerçekten can sıkıcı. Öğle paydosumuz bile sadece yemek yediğimiz o 15 dakikalık aradan ibaret. Belirli bir saati, süresi yok.

Cuma günü her şey öyle güzel başlamıştı ki. Umut dolu uyanmıştım. Çok mutluydum. Cuma'ydı çünkü :) Kim sevmez ki Cumaları? Bugün hiçbir şey günümü mahvedemez derken, bir şey oldu ve günüm mahvoldu. Yaşam enerjim çekildi damarlarımdan. Anlattığımda belki de "bu muydu yaa?" diyeceksiniz bazılarınız, ama içimde birikmişlerin üstüne gelince tuz-biber oldu işte. En iyisi artık şu saçmalığı anlatayım...

Sabah 9:00 itibariyle elimdeki tüm işleri bitirmiştim. Bir iş arkadaşımın masasında oturmuş, onun bilgisayarda yaptığı bir işi izliyordum. Arkadaşımın masası da md.ün masasının yanı. Daha o saatlerden, yine esnemekten gözlerimizin sulanacağı bir gün geçireceğimiz belliydi. Cep telefonumu elime alıp eşime bir mesaj çektim. Sonra eşimden cevap geldi. Onu okurken, tam arkamda yine akranlarıyla muhabbette olan müdürümün bana seslendiğini duydum. Yapılacak bir iş olduğunu düşünerek "efendim?" dedim. "Seni sürekli elinde cep telefonuyla görüyorum. Daha geçen gün uyarı aldın. (uyarı dediği şeyi ben değil, 5 yıllık müh aldı. Markafoni sitesinde geziyordu, ben de onun masasında yanında oturuyordum o sırada ve başka bir departmanın müdürü gelip laf sokup gitti.O lafı neden bana soksun hiç bilmiyorum. 2 aydır orada olduğum halde bana bir bilgisayar bile alınmadı. İstesem de giremem yani.) Dikkat et biraz." dedi gayet hoş olmayan bir ses tonuyla. Ve alay ederek ekledi :"Bi durum varsa eve göndereyim, git." Ben de bu alay edişe karşılık "Zırtapoz Bey, bir sorunum olsa da bunca insanın içinde, bu şekilde sormuş bir amirime kesinlikle anlatmam. Kusura bakmayın." diyemedim tabi; her ezik lisansör gibi domates gibi çekirdeklerime kadar kızarıp "Tamam Zırtapoz Bey." diyebildim. O an aklıma son 3 aydır yaşadıklarımın hepsi hücum etti. İşe alım sürecinde bu adam bana açık açık benle ilgili olumlu düşünmediğini belirtmişti zaten. Çünkü sorduğu bir yoğunluk sorusunu bilememiştim mülakatta. Gerçi o da benim ona sorabileceğim bir çok şeyi bilemeyebilirdi. Ama bizim soru sorma hakkımız yok. Ben 3. kez mülakata çağırılmayı beklerken, bir hafta sonra işe alındığımı öğrendim. Büyük ihtimalle orada müdür olan tanıdığımın ısrarları sonucu işe alındım. (Israr etmesini ben istememiştim, beni işe sokmasını bile söylememiştim. Tamamen kendi inisiyatifiyle bunu yapmış olmalı. Çünkü hayatımda birilerine borçlu olmaktan hiç hoşlanmam.) Kendi bölümüme geçtiğimden beri sürekli inceden inceye dokundurulan laflar, iyiden iyiye sinir bozucu bir hal almaya başladı. Sürekli bir "seni lütfettik de aldık, yoksa senden bi halt olmazdı" havası esiyor ortamda. Almasaydınız kardeşim. Sanki ben bayılıyorum 3 kuruş maaş için her gün 2,5 saat yol gitmeye, 6da kalkıp 7de evde olmaya, bir halt yapmadığı halde büyüklenip duran insanların meymenetsiz suratlarını çekmeye... Buyurun kovun, beni de bu dertten kurtarın!

Göz yaşlarım gözlerime doldu anında. Masasında oturduğum arkadaşıma belli etmemek için üst üste esnedim birkaç kere. Sonra tuvalete gidip orada ağlama kararı aldım. Orada da beni izleyemezlerdi ya :) Hemen kalkamadım tabi, dikkat çekmek istemedim. Bir 20 dk daha oturduktan sonra kalktım gittim tuvalete. Tam rahatlayacağım diye düşünürken başka bir kız arkadaşımın daha tuvalette ağlıyor olmasıyla planım bertaraf oldu. Yaşadığım kısa ikilemden sonra ağlamaktan vazgeçip, içime atıp her şeyi, onu teselli ettim. Kendisinin de müdür mağduru olduğunu öğrendim ve birbirimize içimizi döküp rahatladık...

Sonra ofise döndüm. Bi de akşamüstü adama bisküvi falan ikram ettim. Böyle de ezik bir insanım. Hafta başlamasın diye dua ediyorum şu an. Oraya dönmek istemiyorum. Umarım sevgilimle planladığımız her şey gerçekleşir ve ben onlara Ajdar'ın pop star jürisine yaptıklarını yaparak ve "Nane-Nane" şarkısını söyleyerek veda ederim.

Bbye...




11 Haz 2011

Huu Huu!!! Kimse Var mııı?



Uzun zamandır bloga uğrayamadım. İşe başladım ve sabahın 6sında uyanıp,7 de evden çıkıyorum. Akşamları da saat 7 gibi evde oluyorum. İşyerim evime biraz uzak çünkü. Bir de laptopum bozulduğundan, bu sıcakta klimasız odada duran masaüstü bilgisayara hiçççç elim gitmiyor açıkçası. Şu an bunları yazarken bile şıpır şıpır terliyorum .

Bu süre zarfında neler yaptım kısa bir özet geçeyim:

  1. İşe başladım. Mühendisim artık. Ama cidden çok yorulduğum günler oluyor. Özellikle yol beni çok yoruyor. Gerçi üniversitede de günde toplam 3 saate yakın yol yapardım. Benim kaderimde var herhalde bu. Çalıştığım departman güzel ve eğitici bir bölüm. Şimdilik memnunum çok şükür. İlk maaşımı da aldım bile bu arada. Hatta doyasıya yedim paracıkları :p
  2. Geçen hafta hasta olduğumu öğrendim. Hastalığım zamanımızın en çok duyulan kadın hastalıklarından biri olan Polikistik Over Sendromu, yani PKO veya PCO. Bunu öğrendiğimden beri moralim çok bozuk. Kendimi hasarlı/hatalı gibi hissediyorum.
  3. İnternetten hastalığımla ilgili birçok araştırma yaptım. TV kanalları da sözleşmiş gibi, bu hafta hep bu hastalıktan bahsetmişler. Eşim de onları dinlemiş. Sonuç itibariyle tam olarak neden oluştuğu bilinemeyen bu hastalığı kilo alımı tetikleyebiliyormuş. Ben de uzun zamandır aldığım kilolardan yakındığıma göre, sebebin bu olması çok makul. İşin üzücü tarafı ise, bu hastalık kiloyla besleniyor, hasta olduğunuzda ise kilo alımı hızlanıyor. Kilo vermek güçleşiyor. Kilo almaya devam ettikçe ise hastalık güçlenebiliyor. Tam bir kısır döngü anlayacağınız. Umarım kırabilirim bu döngüyü…
  4. Yatak odasına bir klima almaya karar verdik. Burası cehennem gibi oldu bile. Yarın oyumuzu da kullandıktan sonra Akdeniz sahillerine atabiliriz kendimizi.
  5. 2 gün önce, Ülker’in antepfıstıklı beyaz çikolatasından küçücük bir parça attım ağzıma. Ben çikolatayı çiğnemem, ağzımda eriterek yemeyi severim. Yine öyle yapıyordum ki, yaklaşık 10 yıl önce oydurup; bir daha dişçiye uğramadığım dişim öyle bir ağrıdı kiiii yerimden sıçradım. Seyrelsin diye – kimyacı kafası- su üstüne su içtim. Bana mısın demedi arkadaş… Benim öyle kıvrandığımı gören kocişkoşum hemen doktordan randevuyu çaktı tabi. Sabah gözümü dişçi korkusuyla 6:30da açtım. Dişçime 10:30da gittim. Kanal tedavisi yapılacağından emin olduğum dişime sadece dolgu yapıldı ve işim bir 15 dakikada bitti çok şükür :) Hacettepe mezunu olan doktorum gerçekten çok iyi bir dişçi. Daha önce de 20lik dişimi ameliyatla çıkarmıştı, dikiş atmıştı hatta. Ama hiçbir şey hissettirmemişti :) Mersin’de yaşayan herkese Ali Arıkan’ı (Merdiş) tavsiye ederim. Hatta şehir dışında olanlara bile tavsiye edebilirim, çünkü diş işlemleri Mersin’de oldukça uygun ücretlere yapılıyor.
  6. Alkolü bir süreliğine bırakma kararı aldım. Hem tedavim için antibiyotiğine varana kadar çeşitli ilaçlar kullandığımdan hem de alkolün yarattığı kalori alımını durdurmak için yaptım bunu :) Kola bile içmiyorum hatta. Siz de içmeyin. Tu, kaka onlar :p
  7. Sörvaynın izliyoruz eşimle :) Hastasıyız Taner’in. Oradaki kızlara bazen gerçekten inanamıyorum. Yani, Taner o kadar şefkate aç ki, bir tanesi ona bi abla, bi anne şefkati göstermeyi akıl edemedi. Azıcık ablalık yapsalardı kendi taraflarına çekebilirlerdi onu kolayca… Ama kızlar yine kızsal triplerine girdiler, ıykkk böyykk muhabbeti yaptılar.. Taner’i de Niyat doğan kaptı. Yazık oldu kızancaaza… -DaçminnnGoooşşş,muz avına çıkak!!-
  8. Game of Thrones izliyoruz. Son sürat gidiyor dizi. İnanılmaz bir temposu var. Çok beğendim ben. Şimdi kara kara 22 Ağustos’tan sonra nasıl izleyeceğimizi düşünüyoruz açıkçası. Bir fikri olan varsa bana ulaşsın :)


An itibariyle aklıma gelen detaylar bunlar :) Haa bi de size bir kampanyadan bahsedeyim. LaSenza iç giyim mağazalarında sütyen kart diye bir uygulama çıkmış. Bir sütyen aldığınızda size bu kartı veriyorlar. Her sütyen alışınızda – ilki dahil- oraya bir mühür basılıyor. 9. sütyeni de aldıktan sonra 10.su ücretsizmiş. Bu kampanyanın tarih olarak bir sınırı yok, süresiz yani. Ben alın derim. Özellikle süper soft serisi ve toparlayıcı özelliği olan sütyenleri inanılmaz rahat. Yumuşacıklar ve terletip yapışmıyorlar fukara sümüğü gibi. Acık tuzlular ama değer bence. (bana pahalı gelen size gelmez belki, ortalama 40tl’den başlıyor fiyatlar. Ama şu an 10Tl indirim uygulanan ürünler ve 2.si 19Tl’ye gelen ürünler var. Bakın derim.)



Neyse cicişler. Uzun zamandır yoktum, birden çok yüklenip kayışı yaktırmayayım. Umarım bundan sonra her hafta sonu girer ve yazarım. Özlemişim burayı çünkü :)


Bbye :)


7 Nis 2011

Tam Bir Gerizekalıyım...


Bugün gittiğim iş görüşmesinde, mesleğim açısından "2+2 nedir" sorusu kadar basit bir kaç soruyu cevaplayamadım. Moralim çok bozuk. 3 yıldır işimi yapamıyorum. Açıp hiç araştırma yapmayan ben mi suçluyum acaba şimdi, yoksa 3 yıldır onun yeğeni, bunun bilmem nesi orda burda müdür olurken her gittiğim kapıdan beni "tecrübe gardeşiiiimmm!!!" diye geri çevirenler mi, hiç bir fikrim yok. Moralim bozuk işte.

Annemi arıyorum telefonu kapalı, Nilüşümü arıyorum açmıyor. Kendimi şu an berbat hissediyorum. Bi arkadaşım bana yakın olsaydı keşke ve sahilde dolaşarak dertleşseydik.

En berbat tarafı da görüşmeler için evde 1 saat saç 20 dakka makyajla falan uğraşıyorum. Kendimi şu sadece dış görünüşüne önem veren gerizekalı kızlar gibi hissediyorum. Ben artık ev kadını olmuşum sanırım. Geri dönüşü yoktur belki de bu durumumun. Bunu kabullenip ona göre mi yaşasam acaba?

Bi de işin kötüsü, insan kaynaklarındaki kız araya girip benim için bir görüşme daha ayarladığını söyledi. Bense o görüşmeye gitmek istiyor muyum onu bile bilmiyorum...

Yaktın beni devlet baba...


Bu yazının şarkısı bu olsun...

6 Nis 2011

Bir Sanatsal Etkinliğin de Sonuna Geldik Sayın Seyirciler!!


Bugünün Avukatlar Günü olması münasebetiyle, Baro'nun etkinlikleri dahilinde operaya gittik efendim. Hah hah hahh... Ne kadar da enteliz aman tanrıııaam!!

Böyle bir giriş yapabilmeyi ne kadar çok isterdim bilemezsiniz... Ama maalesef, Baro da bedava götürmeseydi, bir opera göremeden göçüp gidecekmişiz a dostlar!! Şimdi en baştan anlatmak istiyorum sabrınıza sığınarak :)

Geçen hafta F.annem, Baro'nun Avukatlar Günü'nde opera için ücretsiz bilet vereceğini, gelmek isteyip istemediğimizi sordu. Geçen yılki etkinlikten çok memnun ayrıldığımızdan hemen kabul ettik. Ama ertesi gün öğrendik ki aşkitomun babişkosunun gitmek istiyordu. Biz gidemiyorduk dolayısıyla. Ama dün gelen bir haberle, otopark problemine katlanmak istemeyen babişko gitmekten vazgeçtiğini duyduk. Operaya gidebilecektik, aman yarebbimm!!!!

Operaya gideceğimizi duyunca bebişkom, aşkitomla aramızda şu diyalog geçti :

Ben : Aşkım operanın adı ne?
Aşkitoşum : Opera.
Ben : Yok yani aşkım, oyunun adı ne?
Aşkitoşum : Ya ne adı? Adı mı olur? Opera, opera işte. Allah Allah.
Ben : ???

Opera günü gelip çattığında  bir heyecan bir heves... Bütün gün elbise ve topuklu ayakkabı giymeyi düşünüp, evi temizledikten sonra yorgunluktan geberince çektim spor ayakkabıları - kotu öyle gittim valla. Kimse kusura bakmasın :P Opera binasına girdik, kapıda annemiz bizi karşıladı çünkü biletler ondaydı. Salona girerken gelecek olan oyunlara bir göz gezdirdik. Bir baktım Don Kişot var, ama bale olarak. Aşkitoma dönüp :

-Aşkıımm bak haftaya Don Kişot varmış, gidelim mi?
- Don Kişot mu? O neydi yaa?
-A-a bilmiyor musun yaa Don Kişot'u?
-Yaa tamam tamam, hatırladım. Kovboy değil miydi yaa bu Don Kişot?
-Ne kovboyu aşkım? Hani yeldeğirmenleriyle dövüşüyor??
-Yaa tamam işte kovboydu.
-Peki aşkım, kovboy...


Yerimizi bulup oturduk. Kocamla o kadar operaya açmışız ki, merakla bekliyoruz başlangıcını... Sonra tam o anda, sağ tarafımızdan bir ışık hüzmesi gözümüzü aldı!!!! O ilahi ses duyuldu : "haaaaaaaaaaaaaaaa" şeklinde... Ve sonra gür bir kahkaha :) Bu kahkahanın sahibi çok güleryüzlü bir avukat olan Şe. T. idi.

Neyse, Şe. Bey muhabbet ede ede uzunca bir sürede yerine geçti. Sürekli konuşurken gördüğü herkese "beni mi çekiştiriyorsunuz?" diye soruyordu. Yeri hamamzadenin hemen solundaki koltuktu. Opera başladı, bir dış ses ön bilgiyi vermeye başladı. Ancak biz bir kısmını duyamadık. Çünkü Şe. amca, 5 koltuk ötesiyle sohbete devam ediyordu :))) Kendisinden övgüyle bahseden birkaç avukata çikolata sözü veriyordu. F.Anne duruma hemen el koyup uyardı kendisini ve biz de duyabildik. Neyse perde açıldı, müzik başladı. O kadar görmemişim ki, müziğin sesi ilk etapta kafamı şişirdi. Kumandayı bulup sesini kısmak bile istedim ne yalan söyleyeyim. Sonra sırayla kaçak, zangoç, mario ve en sonunda tosca çıktı sahneye... Neyse operanın bir bölümünde, kilise korosundaki çocuklar geliyor sahneye ve şımarmaya başlıyorlar. Bu amcanın torunu da bunlardan biriymiş. Hemen hamamzadeyi dürtükleyip torunun gösterdi tabi. Arkasından bana söyledi, sonra da benim sağ tarafımda oturan F.anneye seslenmeye başladı.  Anneme "torunum başrol, torunum başrol" deyip durdu ama biz hangi çocuk torunu onu bile anlayamadık. Üzgünüm :( Daha sonra ilgisini çeken her olayda hamamzadeyi dürtükleyip, "bak gördün mü?şimdi nolcak?", "adam geldi bak, bak kızıcak şimdi" vs vs şeklinde anlattı. Arada fuayeye çıktık biz hamamzadeyle. Benim tuvalete gitmem gerekti çünkü. Ama giremedim malesef, çünkü tuvaletin her tarafı ıslaktı. Benden önce çıkan kızı da hiç gözüm tutmamıştı, pek bi acelesi vardı zaten... Girdiğim gibi çıktım. Bi daha da o sırayı beklemeyi gözüm yemedi. Ben de girmedim tuvalete. Sonra yerimize döndük. Bi baktık, amca benim koltuğuma - yani F.annemin yanına- geçmiş, bıdı bıdı anlatıyor bir şeyler :) Annem bizi görünce kibarca "Şe. Bey, çocuklarım geldi." dedi. Amca da yerine geçti. İkinci perde de zavallı hamamzade operayı ondan dinlemeye devam etti. Ben sessizce gülmeye çalışıyordum. Hele hamamzade beni dürttükçe... O çıt çıkmayan salonda, sesli olarak konuşan bir adam düşünün ve sizin yanınızda oturuyor :)))

Oyun ilerledikçe, bu oyun anlatmalara bir de olur olmadık yerlerde sesli gülmeler başladı. Amcanın güldüğü yerler çok enteresandı. Örneğin, marionun işkenceye maruz kalacağını öğrendiğimizde, sonra ağzı burnu kırılmış mario geldiğinde, tosca sevgilisinin inlemelerini duyup ağladığında, en sonunda da toscaya ahlaksız teklif yapıldığında gevrek gevrek güldü amcacığımız :) Kahkahalarını eksik etmedi :) Ama benim patlama noktasına gelip kendimi çoookkk zor tuttuğum an şuydu : Tosca'nın bir solosu vardı, Allah'a yalvardığı... Gerçekten harikaydı. En sonunda insanlar gürültüyle alkışlamaya başladı sanatçıyı. Bazı kişiler "Bravo!" diye bağırmaya başladı. 4-5 kişi bağırdıktan sonra bizim amcadan da bir "Bravo!" geldi. Bu bravo gecikmiş bir bravo muydu yoksa"yahu bunlar diyorsa benim de demem lazım" gibi bir bravo muydu bilemeyeceğim :)

2. ara verildi ve amca bizden sıkıldığından mıdır nedir bilmem, kalkıp gitti :) Son perde de yanımızda değildi yani. Tam bir dram olan Tosca'da gülmekten yarılan ilk insanlar biz olduk sayesinde. Teşekkür ediyorum kendisine. Tam bir muhabbet insanıydı aslında. Şen şakrak insanları oldum olası sevmişimdir. Keşke sohbet edebileceğimiz bir ortamda tanışsaydık, eminim çooook çooooook daha fazla gülerdik :)

Bbye...:)

Yazarın notu : Tosca'yı merak edenler varsa buraya

Yazarın notu 2 : Oyunda dekor ve kostümler harikaydı. Özellikle Tosca'nın tuvaletleri muhteşemdi. Opera sıkıcı bir şey değil. Tamamen İtalyanca ama, sahne üzerine konulan bir panelde sürekli Türkçe çevirisini okuyorsunuz. Bİr nevi üst yazı :)

Yazarın notu 3 : Bilet fiyatları her yerde aynı mı bilmiyorum ama, Mersin Şehir Tiyatrolarında A-D arası 15 tl, E-M arası 10 tl, daha gerisi 8 tl ve balkon 5 tl imiş. İlgilenenlere...

Yazarın notu 4 : Mersin Kongre Sarayı'nda her Cuma saat 8de ücretsiz tiyatro gösterimi yapılıyor. İzlemek isteyenlere duyurulur :)

5 Nis 2011

Otuzsekize5Kala

Şu uzakdoğulu kızlar çok güzel tarz yaratıyor bence. Bayılıyorum giydiklerine, makyaj hilelerine falan :) Vücut tipleri de müsait tabi. Ne giyseler yakışıyor hatunlara... Ben de malum 38 beden olmaya çalışıyorum, bunların fotolarına bakıyorum vakit buldukça :) Hoş ben katana gibi bi kızım, onlar kadar ince falan da gözükmem mümkün değil -vücut tipimden ötürü- ama olsun.

Bu aralar yazmıyorum diye sağlıklı beslenmiyorum sanılmasın lütfen!! Aşkitomla D&R'dan Dilara Koçak'ın kitaplarından birini almıştık 2 hafta falan önce. Onu okuyup bitirmeden yazmak istemedim açıkçası. Sallıyoruz ya yalan yanlış, malum :) Bitirdim ben bu kitabı ve dün itibariyle yeni düzenimizi kitaba göre kurduk baştan. Yılların birikimi bir düzeni değiştirip yine aynı yılların birikimi kocaman bir göbekten kurtulmak zaten çok zorken, bir de kocişi frenlemeye çalışıyorum. Nasıl başa çıkarım hiiç bilemiyorum. Ben, "bu adam yıllarca spor yapmış, düğün öncesi bile benden daha güzel toparlamıştı vücudunu. Bana sahip çıkar, doğru yola teşvik eder..." diye düşünürken; kociş benden daha dayanıksız çıktı. Onu bu konuda daha fazla gaza getirmem lazım. Yoksa ben de çıkıcam yoldan o olacak. Zaten kitaba göre berbat bir yerdeyiz şu anki kilomuzla.

Neyse bizi boşverin de, ben size kitaptan öğrendiğim bir kaç şeyi anlatayım :) Şimdi mesela, millet bi sıcak su trendi yarattı biliyosunuz. Sabah uyanır uyanmaz sıcak su -bazen limonlu- için, üfffff acaip zayıflayacaksınız gibi söylentiler var uzun zamandır. Bunun bir doğruluğu yokmuş bebeyimmm :) Su içmek zaten gerekli vücut için, çünkü yağların parçalanması için kullanıyoruz. Ama sıcak veya soğuk oluşunun kilo vermede pek bir etkisi yokmuş. Sadece sıcak suyun vücüdu terketme süresi soğuk sudan daha uzunmuş. Bunun faydasını göreceğinizi düşünüyorsanız devam edin derim. Ama gün içi hamur işine, çikolataya abanıp; sabah içtiğiniz o 2 bardak sıcak suyun yüzü suyu hürmetine adriana olacağınızı sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz bebişler :)

Sonra kitapta hiçbir şey yasak değil. Ölçünü bildikten sonra gayet yiyorsun herşeyi. Ölçüyü asıl bileceğiz dersen, kitapta birçok şey tablolar halinde açıklanmış. Örneğin günlük belli miktar ekmek hakkınız, belli süt,et hakkınız var. Mantının, iskenderin, kebabın, su böreğinin hatta suşi çeşitlerinin bu haklarınızdan ne kadarını götüreceğini vermiş Dilara Koçak.

Bir diğer önemli nokta ise, hala tam oturtamadığım su içme olayı. O kadar tembihledim kocişe de bak, saat başı beni ara su içtin mi diye sor diye. Ama nerdeeee? Hiç motivasyon yok :(((

-Şu an Seda Sayan izliyorum. Bu kadın madem tığ gibi, neden hantal bir kaplumbağa gibi hareketleri yaa? Sallanıyo böyle iki yana. Daha enerjik, daha canlı olması gerekmez mi? Sırf çene mi alıyor acaba bütün enerjisini? Merak ettim cidden... Aman be banane-

Kitaptan gayet beğendiğim bir diğer nokta da ara öğünlerle ilgili. Gece açlğı çekiliyorsa kahvaltı ve ara öğünler çok önemliymiş. Ben dün gece gerçekten çekmedim bunu. En son ara öğünümde, günlük hakkım olan 1 su bardağı sütün yanında 1 portakal ve 8 çilek yedim. (Yani 1 ölçü süt + 2 porsiyon meyve) Böylece tatlı ihtiyacımı karşıladım. Sütü meyvelerle içme sebebim ise aç karnına meyvenin şekeri tetikleyebilme durumuymuş. Tatlı isteğini azaltmak için, meyvenin yanına protein eklemek gerekiyor. Böylece protein şekerin emilimini de yavaşlatıyormuş.

Bakalım bindik bir alamete, gedeyyoz kıyamete :P Off bu kez meyvelerini toplamak istiyorum. Bu kez ömürlük değişim olsun istiyorum. O değil de, kitaba 23 tl verdim. Bu kez hiç olmazsa masrafını çıkarsın istiyorum!!!

Bbye... :)

Yazarın notu : İşim ve fırsatım olsaydı kesinlikle Dilara Koçak'a giderdim. :) Diyetisyene, spora 75617 kere başlayıp hiçbirinin sonunu adam gibi getirememiş biri olarak, kocişime daha da söyleyemem diyetisyen miyetisyen!! Yüzüm yok valla artık. Adam da hayır dese haklı yani... Amaann ben başaracağım nasılsa :)

28 Mar 2011

Bugün Onları Anlatacağım!!


Bu gördüğünüz romantik çift benim ananem ve dedem :) Ortadaki -daha o zamandan tombik- bebek de ben oluyorum. Bugün onlardan bahsetmek istiyorum. Böyle mülayim durduklarına bakmayın, çok cazgırdırlar :P

- Dedem ve ananem 60 yıldır falan evliler. Düşünün bu fotoğraf bile 25 yıllık... Neyse yani 60 yıldır beraber yaşıyorlar. Yaşadıkları çoğu şeyi biliyorlar. Dedemin bir huyu vardır; bi konuda soru sorarsan sana o 60 yıllık birikimiyle cevap verir. Yani o 60 yılı neredeyse komple anlatır :P Ananemin de buna karşılık geliştirdiği bir tepkisi vardır : poffff'lamak!!  Yani şöyle olur : biz dedeme bir şey sorarız veya konu bir şekilde açılır. Dedem taaa çocukluğundan anlatmaya başlar. Ananem de bu sırada boş durma, başlar "pofffff, hofffff, üüffff" demeye :) Bir gün ben okuldan eve gelmiştim. Aynı apartmanda oturduğumuz için her gün onlara uğrardım. Girdim gene. Neyse laf lafı açtı. Dedem yine başladı anlatmaya. Ananemle biz aynı koltukta yanyana oturuyorduk. Dedem öyküyü bitirdiğinde ananeme baktım. Kendisi oturarak başladığı masal saatini, vücudu yerde, ayakları koltuğa kaldırılmış olarak tamamlamıştı. İşte bu kadar sıkılmıştı :)

- Her yıl gittiğimiz tatil beldesine yine beraber gittik. Daire kiraladık, yataklar yanyana yatıyoruz. Ananem ufak tefek olduğundan katlanan yatağı ona verdik. Gece yatmadan önce yatağını açtı ananem, hazırladı. Işıkları kapadı, yattı. Yattığı sol kolunun üstüne paldır küldür düştü. Biz hemen fırladık yataklarımızdan. Bir şeyi var mı diye bakıyoruz. Ananem sağ kolunu tutuyordu. Sonra sol kolunun üstüne düştüğünü hatırlayıp onu ovmaya başladı :) Sanırım şoktaydı. Olayın neden olduğunu anladık : Ananem yatağı tam olarak açmamıştı ve yatağın ortasına oturduğu gibi yatak geri kapanmıştı.

- Bir keresinde ananemle özel bir şeyler konuşacaktık ama dedem bir türlü odadan çıkmadığı için konuşamıyorduk. En sonunda dedem lavaboya gitti, biz de acele acele ve sessizce konuşmaya başladık. Biz konuşmaya başlar başlamaz dedem odaya dalıverdi. "Nolmuş, kimmiş?" falan diye sorular sormaya başladı. Biz de bir şey yokmuş gibi davrandık. Dedem tekrar döndü lavaboya. Biz yine sessizce konuşuyoruz. Ananem şu bombayı patlattı : koca kulakları da her şeyi duyar!!

- Yıllarca kuzenimle bana "bahçenin önünü süpürün" diye ısrar eden ananem, genellikle bize laf geçiremeyip en sonunda çkar kendi süpürürdü. Bir gün bize neden bahçenin önünü süpürmemiz için ısrar ettiğini öğrendik : Bulgaristan'da köyde, kızlar görücüler görsün kapının önünü süpürürlermiş. Böylece etraftan gelip geçenler kızın hem tipini hem çalışkanlığı görürmüş ve kısmetleri artarmış hanım kızımızın :) Yalnız ananemin unuttuğu, oturduğumuz mahallede karşımızda 1 oto tamirhanesi, 1 demir atölyesi, köşede bir kahvehane, hemen bitişiğimizde de televizyon tamircisi olduğuydu :P

- Ananem, kendisine dedemi soracağımız zaman : "kocan nerde?" " beyin napıyor?" falan diye sorarsak bildiğin köpürüyor. Çok ayıpmış koca demek, öyle diyor. Koca denir miymiş hiç koskoca adama? Biz de arada kızdırmak için kocasını soruyoruz kendisine :)

- Ananem gençken falan çoook zayıfmış. Hele bi kaç fotoğrafı var, Kibariye'nin annesinden ayırt edemezsiniz. Yıllarca hep şişmanlamaya çalışmış, çünkü o zamanlar şişmanlık makbulmüş. Geçenlerde en son İstanbul'a gittiğimde, kilolarımdan şikayet ediyorum falan... Ananem genelde sever etli butlu kadını, hep bana üzülme sen böyle de güzelsin falan der. O gün gıcıklığı mı üstündeydi bilemiyorum ama diyalog aynen şuydu :
             * Ayyy bunlar ne mariii? (sırt yağlarımı mıncıklar) Amannn evelden ep istiyeridim şişmanlamayı daa iiiikim şişmanlamamışım. İç iyi durmiyeri ya mariii...
           * Sağol anane, su serptin içime...

- Kendisi de denize girdiği halde, denize giren yaşlılara gıcık olur. Özellikle plajda şortla, mayoyla dolaşan, saçları beyazlamış yaşlı erkeklere ayrı bir uyuzluğu vardır. Onları görünce hep ayıplar, tiksinir falan :)

- Torunları içinden en çok benim evde kalmamdan korkuyordu kendisi. Sevgilim olduğunu öğrendiğinde herkesten çok sevinmişti. Evlenip 1000 km uzaktaki bir şehire yerleşeceğimi duymasın, üzülür diye bir süre sakladık. Öğrendiğindeyse tepkisi beklediğimizden çok uzaktı :
          * Eee kısmet. Gidecek tabi, naaabbaalımmm? Evde mi kalsın uşacık?
          * Annem ve benim gözlerimiz pörtledi...

- Torunları içinde de en pis, en beceriksiz benim olduğumu düşünürdü hep. Hoş çok haksız sayılmaz :P Arada telefon ederim, bulaşıkları günü gününe yıkayıp yıkamadığımı falan sorar. Nişanlandığım gece, bulaşıkları her gün yıkayacağıma dair yemin ettirmiştir kendisi bana :)))

- Ne zaman ona telefon etsem, ben alo demeden alo demez. Ben ısrarla telefonun bedava olduğunu falan söylesem de çok yazmasın deyip alel acele konuşur/konuşturur. Bir de o güle güle dediyse, senin ondan sonra bir şey söylüyor olman önemli değildir. Çat diye kapatır yüzüne telefonu :))) Sen önemli bir şey söyleyeceksen geri ararsın...

- Hayatımız boyunca erkeklerle samimi arkadaş olmamıza, onlarla oynamamıza, hatta konuşmamıza bile gıcık olan bize hep erkeklerle ilgili kötü şeyler anlatan, hanım kızların asla cilve yapmaması gerektiğini falan ima eden ananemin; yıllar sonra bir bombası patladı :) Meğer 17 yaşındayken dedemi tavlayan benim sevgili ananemmiş :) Dedem değil, ananem ona mendilini yollamış. Bunu kendisi kabul etmese de dedem aynen böyle anlatıyor.

Bugünlük yeter :) Sabahtan beri yazıyorum zaten. İki satır yazıyı toplam 4 saatte falan tamamladım. Arada durup Köfte Yağmuru'nu izledim, yemek yedim, aşkımı arayıp konuştum...  Şimdi de markete gitmem gerekiyor. Yemek yapacağım çünkü :))

Bbye... :)

22 Mar 2011

38 Beden Olma Maceram Hızla Sürüyor A Dostlar!!

Bugün neler yaptım bakalım şimdi hep beraber :) Yavaş yavaş düzene giriyorum galiba yaa :)



Saat 9:55 - 2 sb su - (kusssss :P şaka şaka daha iyiydi bugün, daha rahat içtim diyebilirim yani... )
Saat 10:15 - beklemediğim bi haberle morarıp kalakaldım.
Saat 11:00 - kendime gelip kahvaltı ettim. 1 sb su + 2 yumurtadan bi tatlı kaşığı margarinle yapılmış omlet + kızarmış 3 küçük dilim çok tahıllı ekmek (ekmeğin en sonuydu işte) + 1 bardak C vitaminli yeşil çay (bunun kokusu çok güzel, portakal portakal :)) )
Saat 12:45 - 13:45 - bana her şey yakışır izliyorum. Evet patates olmak için bu gerekli ^_^
Saat 14:30 - Sosyete pazarına gittim, bi gezdim bi eşeledim :) Bu da bi nevi spor sayılır yani... Sonra Zeytoş'u gezdirdim, koşturduk çimenlerin üstünde, saldım kızımı da tasmasından. Görmeliydiniz neşesini!!!
Saat : 16:50 - Akşam yemeklerini erken yiyorum artık. 1 sb su + 1 tabak karnabahar + 1 tabak makarna + 1 kase yağsız yoğurt + 1 kocaman kase salata... (tabak dediğime bakmayın, 4 kaşık makarna, 5 kaşık da karnabahar yedim.)

Saat 18:30 - F.annemin doğum günü münasebetiyle, onu kıramadım (!) veeeee Mc Donald's a gittik. Ama ben sadece tatlı aldım ki kendisi sadece 142 kaloriymiş bebişimmm :)) Dondurmalı apple pie aldım 1 adet :)

Şimdi bir kalori hesabı yaparsam kabaca : 927 kalori almış bulunuyorum. Üstelik bir yarım saat de yürüdüm :))) pek sevindim bak şimdi :)) Allah'ım bana yardım ettttt!!!


Saat 21:20 - 1 sb su + 1 orta törkiş kafiğğğ ile çerezosun şu yeni çıkan çikolatalı zımbırtısından yiyorum. Merak etme yaf, kalorisi düşük o zımbırtının zaten accık var içinde, yarısını da kocişe verdim ;) E Türk kahvesinin de kalorisi yokmuşş zaten ama 1 kesme şekerin hatırına 20 kalori ekleyelimmm :)))

Dolayısıyla toplam bugünlük kalorim şu oldu : 997 kalori :))) Haydi yuvarlayalım 1000 kalori aldım bugün, bence gayet normal. Ne az ne çok di miii?


Bbye... :)

21 Mar 2011

Bugün 38 Beden İçin Ne Yaptım? Vol.1

Bundan sonra uçarı - kaçarı yok, zayıflamam lazım yani...
o yüzden bi de buraya yediklerimi yazmayı deniyim dedim. Belki okuyanlardan utanırım da, azaltırım :P Bi de koca totomu kaldırıp spor yapmaya da başlamalıyım. Aslında kociş eskiden spor manyağıymış, omuzları falan kaslı geniş böyle, bacakları da çok fit. Ama sporu bıraktı, göbeği de yaptı yani. Ona diyorum, sen bana lider ol, yardım et diye... Bakalım, beni spora alıştırıp zayıflatana kadar ben de onun başının etini yiyecem sanırım ehueheh :)
Neyse konumuza dönecek olursak, bugün neler yediğimi yazayım. Yedikçe güncellerim artık :)



Saat 9:30 - 2 sb oda sıcaklığında su - içerken kusacaktım, su içmeyi unutmuşum içmeye içmeye
Saat 9:35 - 10:50 - Sahilde tempolu yürüyüş - tempo benim tempom yalnız :P
Saat 11:15 - 4 dilim çok tahıllı ekmekten yapılmış, az yağlı, kaşarlı tost - 2 adet (kuş kadardı dilimler valla bak) + 1 kupa bardak şekersiz, tarçınlı ıhlamur + 1 sb su
Saat 12:30 - iki tane çikolata kaplı rondo bisküvi - dolapta vardı, lanet olsun adamım
Saat 14:00 - cardio dance diye bir cd'den 45 dk dans etmeye çalıştım.
Saat 14:45 - 1sb su - yemin ediyorum en iğrendiğim kısım bi sürü su içmeye çalışmak oldu, sudan tiksindim höffff!!!

Yedikçe devamını yazacağım tamam mı günlükçüüüğüüümmm :) Sen de bana kız, "yeme!" de tamam mı?


Saat 16:30 - 1 sb su + 3 kaşık karnabahar yemeği (tahta kaşıkla koydum) + 3 kaşık biberli makarna (tahta kaşıkla işte) + kocaman bi kase salataa!!! + 2 tane şu ülkerin un kurabiyesinden yedim. Niye almışız bunları eve be!! Almıcam bi daha huffff :((

Üstüne koşa koşa gidip dişlerimi fırçaladım, böylece beynim de akşam yemeği olayının bittiğini anlasın :P

Artık yemek faslı bitti bu akşamlık. Törkiş kafi içmeyi düşünüyorum akşam da hayatımın aşkıyla karşılıklı, çünkü dün hiç iyi bakamadı falıma :) Bu akşam yapışıcam yakasına :P  Onun yanında da bi tane rondo götürürm heralde, boş gitmiyo meret eheueheu

Bbye... :)

Bu Postum Mia'cığıma...

Tatlım, bundan 12 yıl önce babam yağmurlu bir gecede valizini alıp evi terketti. ne garip değil mi? Bir açıklama bile yapmadan, biri 15 yaşında diğeri birkaç aylık 2 kızına veda bile etmeden gitti... Sonrasında ise annem deli gibi aşık olduğu adamın kendisine dönmesini 4 yıl boyunca bekledi. Ama dönen olmadı.

Biz kardeşimle önce haftada birkaç gün, sonra haftada bir, sonra ayda bir görürken, en sonunda da hiç görüşmemeye başladık babamızla. Halamın evine gidip, bütün gün bekleyip kaç kez babamızı göremeden eve döndük bir bilsen... Sonra aradan 2 yıl geçmişti ki babam geldi, öss'ye 2 ay kala dershanede buldu beni. İçkiliydi. Berbat görünüyordu. O çakı gibi asker adam gitmiş yerine bir zavallı gelmişti. Arabasını, parasını, en kötüsü de prestijini kaybetmiş, bitmiş bir adam duruyordu karşımda. Önce tanıyamadım bile... Aldı beni, Mc Donald's'a götürdü. Orada oturduğumuz bir kaç saat boyunca, benin ne yaptığımdan daha çok onun ne yaptığından konuştuk. İflas etmişti, eve geri dönmek istiyordu. Beni 2 yıl arayıp sormayışını unutmuş olmalı ki, annemle onları barıştırmamı beklediğinden bahsetti. Ben de kabul etmedim. Anlayışla karşıladı. 2 gün sonra, akşam beni evden aldı. Kumkapı'ya balık yemeye götürdü. Orada oldukça fazla içtiği rakının da etkisiyle beni yerin dibine soktu. Kızdı, bağırdı... Benim aklım yokmuş gibi bana bunları kimin öğrettiğini falan sordu. O zaman 17 yaşındaydım ve herşeyi gözüm görüyor, kulağım duyuyordu. Beni ağlamaktan şişmiş kıpkırmızı gözlerle eve bıraktığı o geceden sonra babamı bir daha görmedim. Düğünüme bile gelmedi.

Bunları neden anlattım? Önemli olan onların arasında yaşadıkları değil aslında, önemli olan babanla senin kurduğun ilişki. O kocalık görevini yapamamış olabilir - ya da annen hanımlık görevini - bu seni ilgilendirmemeli... Babalık görevini yaptığı, sizlere sahip çıktığı sürece bunların hiçbir önemi yok... Bağınızı koparmayın. Bırak o da kendi hayatını yaşasın, ama evlatlarını ve bir baba olduğunu unutmadan...

Öptüm canım.

Bbye... :(

20 Mar 2011

Oh May Gudnıs!!!



Gerçekten tam bir patates-ev kadını olma
yolunda emin adımlarla ilerliyorum. Bütün gün yaptığım rutinimi paylaşatım, öyle karar verelim :
- En erken 11:30 gibi uyanırım.
- En erken 12:00 gibi yataktan çıkarım.
- Elimi yüzümü nütricina jelimle yıkar, niveya gündüz bakım kremimi sürünürüm.
- Kahvaltı olarak genelde 3-4 domates, 1 kayısı kıvamında haşlanmış yımbırta, 2 dilim ekmek ve bir bardak şekersiz bitki çayı hazırlarım.
- Sonra bir haftaiçi klasiğim olan ve birbirinden uyuz 5 kadının yarıştığı "Bana Herşey Yakışır" izliyorum.
- Ondan sonra mutfak işini hallediyorum keyfim yerindeyse. Hatta yemek bile yapıyorum lan mutluysam, valla bak :)
- Sonra azgın dedelerin, cadoloz ninelerin evlenmeye çalıştığı izdivaç programlarını izliyorum. Favorim Ganime.
- Böyle böyle derken akşam oluyo zaten. Evimin direği geliyor eve... Sonra sıkılmak bitiyor :)

Bu arada yapmam gerektiği halde koca totomu kaldırıp yapmadıklarım da var tabi.

- Zavallı kızım Zeytin'i düzenli olarak gezdirmiyorum. Üstelik evim deniz kenarında. Hayvancık balkondan bakıyor hep sokağa. Bu arada küçük balkon da tam bir mayın tarlasına dönüşüyor tabi... Çok kötü bir sahibim, çoookkk... Özür dilerim canım kızım :(
- Kalkıp bi spor yapmıyorum. Evde bisiklet, pilates topu, mat, pilates yayı, bi dünya spor cd'si var halbuki... Tembelim çok. Bi de apartman boşşşş, istediğim kadar gürültü yapabilirim. Hepsini geçtim, len çık bi sahilde yürü, koş di mi? Yok.
- Cilt bakımı için eve ne gerekiyorsa aldığım halde düzenli olarak kullanmıyorum. Doğal olarak bi boka yaramıyolar tabi...
- Gün içinde çok daha farklı şeyler yapabilecekken aynı koltuğun aynı köşesinde bütün gün PC ve TV karşısında oturuyorum, sonra gece uyumak istlyor diye gece lambasını açıp kitap okumamı istemeyn sevgilime kızıyorum.
- Köpeğime gereken eğitimi vermiyorum.

Bunun gibi bi şeyler işte... Bu da bir yüzleşme yazısı oldu. Çok da güzel oldu bence :)

Bbye... :)

Yazarın notu : Bu telefonumdan yolladığım ilk post. Yasak gerçekten kalkmış bloggerdan. Bi de kocamın aklına girdim az sonra -ilk defa- bana kahve falı bakacak -*-

17 Mar 2011

Film Gecesi Vol.2



Bu gece bebeğim, sevdiğim, erim, yiğidimle yine bir film gecesi yaptık. Bu kez evde izledik filmimizi. Seçtiğimiz film, gösterimde olduğu dönem çok isteyip de gidemediğim bir film olan Turist (The Tourist) oldu. Gerçekten eğlenceli bir filmdi. Angelina hanımın giydiği elbiseleri, taktığı takıları orta yerimden çatlayarak izlediysem de keyif aldım sonuçta :P Beklenmedik bir şekilde sonlansa da filmimiz, beni yine şaşırtamadı. Çünkü filmin ilk 15 dakikasında sonunu tahmin ettim :))) Ahh lanet olsun, sezgilerim çok iyi hehehe 

Herneyse, sevdiceğinizle, anneniz - babanızla, çoluk çocuk izleyebileceğiniz bir film. IMDB puanı bana düşük geldi aslında (5,9/10) ben olsam bi 8 verirdim... Onca para harcamışlar Angelina'nın giyimine kuşamına, bunun hatırına bile verilir o puan, elime mi yapışır ayol?? 

Bbye... :)

Kociş Vol.1

Şu her postumda bahsettiğim meşhuuurr kocişimi anlatayım istedim biraz da :) Dünyanın en şeker kocişidir benimki ve bu memlekette karısının kaprisini bu kadar çeken ve karısına bu kadar kapris yapan (!) ikinci bi adam olduğunu sanmıyorum :)))





Bugün biraz onun başına gelen acayipliklerden bahsetmek istiyorum size :

- Kocişimle tanıştıktan sonra 2-3 ay sadece telefon aracılığıyla görüşebildik. Çünkü ayrışehirlerdeydik. Ben üniversite öğrencisi olduğumdan mesaj bedavaydı ve biz de bol bol mesajlaşıyorduk. En sonunda buluşmaya karar verdik ve o kalkıp benim için İstanbul'a geldi. (14 saat araba sürerek) Neyse o gün, Cevahir AVM'de buluştuk, ordan Ortaköy'e geçtik.Boğaz turuna katıldık. Ama henüz çıkıyor muyuz çıkmıyor muyuz belli değil :) Vapurdaninince Sarıyer sahili görmek istedi benim bitanem. Biz bindik arabaya, gidiyoruz. Böylesalakça bi gerginlik var, belirsizlik yüzünden sanırım. Bari dedim, ben belli edeyim beğendiğimi, olumlu olduğumu falan... "Pazartesi arkadaşlarımla buluşalım mı?" diye sordum. Kocişim anlamadı "sana bağlı" dedi. Ben tekrarladım, "yani buluşalım bence" dedim. Bu yine anlamadı, kafa nasıl dağınıksa artık ahahahah. Hala"sana bağlı" deyip duruyor bozuk plak gibi :)))) En sonunda sinirlerim tepeme fırladı. Döndüm buna "çıkalım diyorum, anlamayacaksanmesaj çekiyim" dedim. O an jeton düştü :)) Sarıyer'e gelir gelmez de karşıdan karşıya geçirme bahanesiyle belime sarıldı köfte hahahah

- Hani dedim ya ilk gün boğaz turuna katıldık diye. Hah işte o vapurda, bu arkadaş binmeden önce cappy almıştı, teneke kutulardan. Ben en kenarda oturuyordum, çöp tenekesi benimyanımdaydı, diğer yanımda da aşkitom oturuyordu. Neyse yolculuk boyunca çok sıkıntılıydı. Garip garip hareketler yapıyordu. Cappy'yi içti, yan tarafına koydu. Ben de ver çöpe atayım kutuyu dedim. Bu paldır küldür bi aldı kutuyu, üzerine meyve suyu döküldü :))) Meğer tamamını içmemiş ve heyecandan unutmuş :))) Neyse ki üzerinde kot vardı ve hava çok sıcaktı. Leke kalmadan kurudu biz inene kadar... Bi de yol boyunca tam benim arkamdageminin direklerinden biri vardı. Kocişim sürekli o direğe sarılıp üfleyip püflüyordu. Daha sonraları bunu sorduğumda : "o gün seni görünce, bu kız beni beğenmez. Ben akşam döneyim eve, gibi planlar yapıyordum." dedi. Yirim :))

- Sevgilimle bir gün Cevahir AVM'de sinemaya gitmiştik. Film de şuydu hatta :) Filmden çıktık. Benim aşkım da Burhan Altıntop çantasıyla gezerdi o zamanlar :))) Yürüyen merdivenlerde aşağı iniyorduk ki, nasıl başardıysa, iki merdivenin arasındaki o boşluğa çantasını düşürdü. Çantanın içinde cüzdan, kredi kartları, ehliyet, arabanın anahtarları, herşey var yani... Bir telaş yaptı bizimki. Başladı yürüyen merdivende geriye doğru koşarak tırmanmaya. Merdiven de nasıl dolu, nasıl kalabalık. Herkes filmden çıkmış sonuçta. Benimki bi yandan da bağrınıyo çantaamm çantaamm diye :) Beni falan unuttu. Sonra ulaştı çantaya, aldı. Nasıl mutlu böyle :) Arkamda iki tane amca vardı. "Seninki çok mutlu bak" diye benle dalga geçmişlerdi hatta...

- Yine başka bir gün Cevahir AVM'de sevgilim çok erken geldiği için kahvaltı ediyoruz. Amabiz açmışız resmen Cevahir'i. Çok az insan var yani. Benim sevgilim eskiden öyle her normal insanın ettiği gibi kahvaltı etmezdi. Kebap, lahmacun falan yerdi. Dolayısıyla biz deHacıoğlu'nda oturmaya karar verdik. Benimki gitti, lahmacunlarını aldı, gelip masaya oturacakken bi baktım; o 1,85 adam havada takla atıyor hahahaha nasıl başardıysa düz yolda düştü, elindeki tepsiyi ise canı pahasına korumuştu Lahmacunlar yerinden bile oynamamıştı. Hacıoğlu çalışanları da, sevgilimin sayesinde güne gülerek başladı.

- Düğün günümüzde, F.annem de bele aynı kuaföre gelecek. Malum onlar İstanbullu değil vebildikleri başka bir yer yok. Şehir dışından çok gelen olduğundan ve o akşam arabamızla balayı için yola çıkacağımızdan, düğünümüz gündüz oldu. Sabah erkenden F.annemi getirecek aşkitom ve biz kuaföre gideceğiz. O gün de bu Ahmedi Necat denen adamınİstanbul'a gelip bir de gezeceği tutmuş. Bütün anayollar gibi Vatan Caddesini de kapamışlarve benim sevgilim o yolu biliyor bir tek bize gelmek için. Sabahın 8inde telefonum çalıyor. Ağlamaklı bir ses bana "aşkıığmmm yolları kapamış bunlar. Ben napıcam, yolu bulamıyorum" diyor :) Bir yandan da erkek kardeşiyle atışıyolar "şuraya dön, buraya dön bilmem ne"diye :))) Ben sustum bunların kavgasını dinliyorum telefondan. Ama bi yandan da çaktırmadan gülüyorum. Belli edersem ben de alıcam çünkü nasibimi. Neyse o gün nasıl oldu bilmiyorumama tam vaktinde bize gelmeyi başardılar ve gördüğünüz gibi evliyiz :P Ahmedi Necad engel olamadı saadetimize :P

- Aynı gün düğündeyiz. Daha çıkmamışız. Gelin odasında bekliyoruz. Kardeşim ve yeğenim habire gelip gelip minibardaki bedava meyve sularını götürüyorlar. Biz de bekliyoruz. Arkadaşlarım gelmiş, konuşuyoruz. Gizlice foto çekiliyoruz, çünkü orduevine foto makinesi sokmak yasak :) Neyse sonra odayı boşalttılar. Bizim sıramız geldi. Nikahı da salonda kıydıracağız,masamız hazırlanmış. Benim sandalyeme eşşek kadar duvak yapmışlar. Onun sandalyesi sade. Benim sevgilim, o heyecanla bunu görmüyor ve benim önümden geçip gidipbenim sandalyeme oturuyor :))) Askerler "komutanım orası size değil" falan diyor ama aşkitom öyle heyecanlı ki bir kaç tekrardan sonra farkediyor :) Ama hiç bozulmuyor, hiç triplere girmiyor... Gayet hoş bir şekilde kahkahalar atıyoruz karşılıklı. Herkes yerine geçiyorsonra :))) O günü daha sonradan anlatan annemin yorumu : "hiç salak gibi durmuyordunuz. Aksine çok tatlıydınız" oluyor.

- Yeni evliyiz. Eşimin kardeşi evimize ilk defa gelmiş. Biraz oturup, dışarı çıkmaya kararveriyoruz. Evin o zamanki popüler konusu mutfak lavabosunda el yıkamanın yasak oluşu. Sürekli eşimi uyarmak zorunda kalıyorum ben. Neyse sokak kapısı mutfakla karşı karşıya.Tam çıkarken eşimi görüyorum, mutfak lavabosunda elini yıkıyor. Bağırıyorum birden "aşkıaaağğmmm, nağpıyosuuuaannn??" Telaşa kapılan eşim, eline geçirdiği ilk su bardağını çalkalamaya başlıyor. "Bardak pis kalmasın dedim aşkım" diyor :))))

- Son olarak da Zeytin'i nasıl aldığımızı anlatmak istiyorum. Evliliğimizin ilk 2 yılı boyunca eşim hep köpek istedi. Böyle başımın etini yedi bildiğin. Daha önce benim köpeğim olmuştu ama onun hiç hayvan beslemesine izin vermemişti babası. Dolayısıyla ikimizin de hevesi vardı.Ama ben zorluklarını bildiğimden pek istemiyordum, köpek sevmediğimden değil yani...Neyse sonunda benim de canıma tak etti ve beraber almaya karar verdik. Neyse gezdik dolaştık, bi petshopta bu minicik terrieri gördüm. Avcum kadar kapkara bir dişiydi :) Aldık,veterinere götürdük. Her şeyini yaptırdık. Eve geldik. Veteriner ayrı odada uyusun dedi diye, biz küçücük köpeği aldık kapadık bi odaya. Alalh'ım sabaha kadar ağladı. Benim içim parçalandı böyle onu duydukça. Eşim de gürültüden sinir küpü oldu, hiç uyuyamadık. Sabaha karşı ben gittim Zeytin'in olduğu odada uyudum. Anca öyle uyuyabildik biraz. Ertesi sabah sevgilim gözünü açar açmaz ilk şunları söyledi : "aşkım bunu geri verelim" Tabi ki kabul etmedim.


Şimdilik bu kadar...


Bbye... :)