29 Eyl 2011

İzlediklerim :)

Bugün izlediğim yerli ve yabancı dizileri yazayım istedim. Belki sıkıcı bulursunuz, belki zevklerimiz benziyordur denemediğiniz dizileri benden duyup denersiniz falan filan...

Öncelikle asla hiçbir bölümünü kaçırmadığım, çıkmasını heyecandan tırnaklarımı kemirerek beklediğim dizilerden başlamak istiyorum.

1 NUMARA:

Diziler arasında geçen yıl bulaştığım Game Of Thrones dizisi kesinlikle beni en çok heyecanlandıran dizi oldu. Her bölümü 1saatten fazla sürüyor ve kesinlikle yerinizden kıpırdayamadan izliyorsunuz. Dizide hiçbir şey alışıldığı gibi ilerlemiyor. Beklediğiniz hiç bir şey tahmin ettiğiniz gibi gerçekleşmiyor. Aaahh aahhh ne yakışıklılar ne yiğitler telef ettiler bir bilseniz :))) Diziyle ilgili sinirlerimi bozan tek şey ise yeni sezonun (2.sezon) hala başlamamış olması. Taa Nisan'a kalmış yani... Sinir oldum, evet. Siz gidin havayilerde mayamilerde yatın bütün yaz inek gibi, izleyici beklesin. Kınıyorum sizi GOT ekibi! Yeni bölümü yapın, çatladım bak valla :)




2 NUMARA:


2 numaraya da kesinlikle "How I Met Your Mother" dizisini koymalıyım!!Çünkü hem dizideki komediyi geyikleştirmediler, hem gereksiz dram katmadılar hem de işlenen dostluk ve ilişkiler birçoğumuzun özlediği gibi. Sıcacık ve içten. Her yeni bölümünü izlediğimde "peki ya sonra noluyomuş Ted amcaa?" diye meraklanmaya devam ediyorum. E tabi Ted her sevgilisinden ayrıldığında da "oha Ted, bu da mı değil? Ne anaymış, bi tanışamadın!! Kurdeşen döktük burda be senin yüzünden!!" veya "Bu Ted de iyice kaşarlandı şaka maka..." gibisinden yorumlar dökülüveriyor ağzımdan. O değil, bu değil... Nasıl bi kadınla evlenicek bu herif en sonunda anlamadım ki? Ama siz diziyi izleyin, tavsiye ederim :)

NOT: Diziyi ilk defa izleyecek kızlara sesleniyorum!!! Boşuna dizideki Barney karakterine hayran olmayın, kendisi erkeklerle ilgileniyor gerçek hayatta... Aklınızı başınıza alın, dantelinizi örün, kapının önünü süpürün, hanım hanımcık olun. Ağzınıza çakmiiim haaa (Ananemden enstantaneler)

3 NUMARA:

Bu diziden daha dün haberdar oldum. Yükleyip hemen izledim. Zaten piyasada sadece ilk bölüm var henüz. Ama bağımlısı olacağımı hemen anladım. Bir kere bölüm 1,5 sat falan sürdü. Hiiiiçç sıkılmadım. Biraz Jurrasic Park'ı hatırlattı ama genel olarak hayvanlarla iletişim dışında pek bir alakası yok. Jurrasic Park, Lost vs gibi dizileri sevenler bunu da hiç kuşkusuz bağırlarına basarlar :) Yalnız hayvanseverleri harekete geçirebilecek olaylar oluyor dizide. Ergenler içelim, coşalım falan deyip gidiyolar ormana, bulmuşlar bi meyve alkollü müdür nedir? Onu damıtıp damıtıp içiyolar, içip içip sapıtıyolar. Sonra yırtıcıların bölgesine giriyolar. Hayvan bu, içgüdüsü gereği avcı yani. Alıyo kokuyu, duyuyo bunların salak kahkahalarını. E napıcak, bulmuş kolay avı kaçırır mı? Sonra bunlar arıyolar babalarını, babaları geliyo hayvancıkları vuruyo. Bayıltıyoruz diyolar ama günahları boyunlarına. Buradan bu hareketi kınıyorum. Panter Emel yetiş, nerdesin?!!!

4 NUMARA:

Yukarıdaki ilk 3 dizi kadar olmasa da merak ettiğim, heyecanla beklediğim Türk dizileri de var. Ama bu dizileri bazen sonuna kadar izleyemiyorum. Fazla dram bünyeme aşırı yükleme yapıyo, kafa kaldırmıyor. Yine de bir Aylin-Soner aşkını, bir Caroline entrikasını, efendime söyleyeyim bir Murat bu hafta ölecek mi? yi merak ediyorum her Türk genç kızı gibi. Murat da ölmüyor anam, adama hanım almak yaradı. Adamın damarlarına kan geldi, meymenetsiz suratına can geldi. Gerçi adam hem kötürüm, hem abisi kandırdı, hem de karısıyla abisi fingirdeşiyo. Biz niye nefret etmek için bu çocuğu seçtik yahu? Niye olacak, hatırladım : sevenleri ayırdı. Pis. Gebersin. Hıh. Bi de dizide ben Caroline'i tutuyorum, kimse kusura bakmasın. Her şeyin Avrupalısı makbul ayol hahayt!!

5 NUMARA:

Ailecek yeni başladığımız bir Türk dizisi de Kuzey-Güney. Hiç atlamayınız sazan gibi, izleme sebebimiz Kıvanç'ın adonisiymiş, yok efendim six pack'iymiş falan diye. Sormazlar mı adama, "e hadi ben ondan ötürü izliyorum da, kocam da mı onu izliyor be şaşkın?" diye? Hadi bakalım cevap ver!! Hoşumuza gitti, izliyoruz. Zaten milletçe aldatmalı falan şeyleri ne çok severiz, di mi? Ama biri bizi aldatsa çıldırırız. Dizide de kınadığım bir-iki nokta var. Şöyle ki 1.simit yiyip durmayın sıcak sıcak, gece vakti canımız çekiyo. Bulamıyoruz. 2.Kıvanç artık "yengeyi önce teselli et, sonra kandır" taktiğini uygulamasın. Ayrıca bu dizide daha öküz, efendime söyleyeyim daha ayı bir Kıvanç görmekten de ayrıca mutluyuz :)



6 NUMARA:

Her ne kadar artık çarşamba geceleri Kuzey-Güney izliyor olsam da,ilk başladığı dönemde Hürremciğimi hiç kaçırmadan izlerdim. Ama zamanla sıkıldım. Milletçe tarihimizle pek övünür, tarih dersini de hiç sevmeyiz ya hani;  ben de bendeki değişimini buna bağladım. Başlarda öpüşen, sevişen bir Süleyman görmek halkımızı büyük hüsrana itmiş, şok etkisi yaratmıştı. Ancak zamanla alıştık heralde. Eleştiriler kesildi.Yani bunca ecdadın mitoz  bölünme sonucu ortaya çıkmadığı gerçeğini kabullenmiş olmalıyız sonunda diye düşünüyorum. Unutmayalım; padişahlar de sever, sevişir. Yoksa niye hareme o kadar masraf yapsın di mi ama?? Bunu da açıklığa kavuşturduğumuza göre diziye dönebiliriz. Dizide Hürrem'i sevdik, bağrımıza bastık da... Bu nasıl mümkün oldu ben hiç anlamadım. Biz ki, anneleri ve dahi kendileri bizzat Beyaz Rus hatunlarından ve onların uzun bacaklarından çekmiş bir kadın milletiyiz, orda Mahidevrancık iki gözü iki çeşme ağlarken nasıl oldu da ona uyuz olup Hürrem'e bayıldık bilmiyorum. Var bu Rus kadınlarında bi keramet vallahi bak... Diziyi eskisi kadar sık izlemesem de, bazı yerlerini yakalıyorum. Çünkü Kuzey-Güney bittikten sonra Muhteşem Yüzyıl bir  40 dk daha sürüyor.  Şu ana kadar gördüğüm bir saçmalık var ki; "vay efendim bu bölüme çok para harcadık" dedikleri her bölüm çok tırt çıktı. Kazık mı yediniz a yavrum diye soracaktım nerdeyse show tv'yi arayıp. Bkz. Mohaç Meydan Muharebesi bölümü...

7 NUMARA:


7 numarayı iki dizi arasında bölüştürmeyi uygun gördüm. Çünkü bu iki diziyi de Tv'den takip ediyorum. Yeni bölüm olsa da olmasa da olur. Zaten her bölüm kendi içinde bir hikaye barındırıyor. Bir bölümü izlemeyince hiç bir kaybınız olmuyor. İkisi de polisiye dizi. Genelde gerilimle ve bulmaca çözmekle falan geçiyor. Criminal Minds'da davranışlarından katili tanımlayıp öyle yakalıyorlar. Mesela, ayak izinden bu herif içe doğru mu basıyo hemen anlıyolar bak, ona göre. İçe basmayın gençler. Ve yine davranışlarından bu adam niye öldürüyo, derdi ne, annesi-babası ayrılmış mı, kocası/karısı dırdırcı mıymış, borcu mu varmış, kredi kartı batağına mı düşmüş... Hepsini anlıyolar. Yakalayınca da işte tipik "seni anlıyoruz dostum, hadi gel konuşalım" falan diyolar. Kimi geliyo, kimi gelmiyo. Böyle bi dizi...


Law&Order'da adı üstünde önce polisler yakalıyo, sonra mahkemesini de izliyoruz. Bazen ceza oluyor. Bazen serbest kalıyor suçlular. Savcı kadın kuduruyor falan. Bu da güzel bir dizi. Genelde sex suçları üzerine yoğunlaşmışlar.Bu da diğer dizi gibi her bölümünde yeni bir hikaye barındırıyor. Güzel işte izleyin bence arada :)






8 NUMARA:

Bu da fena değil bak. Doktorlar dizisi sizi yeterince baymadıysa bunu da izleyin :) Ama bunda genelde, hamileler, doğumlar, ailesel psikolojik sorunlar falan var. Güzel. Olsa da olurrr, olmasa da heheuehu









9 NUMARA:


Sıkılınca izlediğim bir dizi. İndirdim ilk sezonu. Bakiim noluyomuş. Küçük Sırlar'ı yerin 7 kat dibine niye sokmuş bizimkiler bi anlayayım dedim :)










♥♥♥♥♥♥ : 


İzleyip bitirdiğim ve gerçekten çok özlediğim bir dizidir bu: SEX AND THE CITY!!! Her sezonunu, her filmini severek izledim. Bazı insanların "kız saçmalaması" falan demesine aldanmayın, izleyin bağyanlar!!! İlla kendinizle bağdaştıracağınız bir yer bulacaksınız. Hem erkeklere göre,sizin söylediğiniz/yaptığınız/söylediğiniz bir çok şey "kız saçmalaması"... Unuttunuz mu? Bizimkiler kız saçmalaması, onların bir futbol maçında 10sn'lik bir pozisyonu hafta sonu iki gece 561767684 kere izleyip yapılan yorumları dinlemesi memleket meselesi... Beyler kabul edin, elinizde artık o çok övündüğünüz "ofsayt" bile yok...


Bbye... :)

28 Eyl 2011

Özür Dilerim.


Ben kendi hayatımdan aptal aptal yakınırken, bazı insanlar terör kurbanı oluyorlar. Sabah sabah Hakkari'de bir Kimya Mühendisi'nin öldürüldüğünü, öğretmen eşinin de ağır yaralandığını öğrendim mesela... Başka bir şehirde köy korucularının kaçırıldığını, yardıma giden güvenlik güçlerine bombalı tuzak kurulduğunu ve yararlıların olduğunu... Amaçsız insanların, hiçbir yere varmayacak, asla tatmin olmayacak, hiç dinmeyecek savaşı bu. Olmayan yasakları varmış gibi gösterip, halkı yanıltarak kendi iğrenç çıkarları uğruna kullanan bir grup insanın kendi vicdanıyla hesaplaşması belki de... Vicdanlarının sesini bastırabilmek için öldürüyorlar belki, kim bilir?... Kulaklarında çınlayan masum insanların çığlıklarını duydukça, duymamak için yok ediyorlardır belki de. Ama ne kadar öldürürse o kadar yükselecek o çığlıklar. En çok da haklarını savunduklarını, koruduklarını iddia ettikleri halktan insanların canına kıyıyorlar. Daha dün, karnında bebeğiyle bir anneyi vurmadılar mı? 7 aylık hamile anne dün öldü, bebeğiyse bu sabah... Acımıyorlar ama merhamet bekliyorlar. Hak-hukuktan anlamıyorlar, adalet istediklerini söylüyorlar. Tek bir sorum var : rahat mı batıyor??

Yapacak Bir Şey Bulamıyorum

Bu aralar yine canım çoookkk sıkılıyor. Yapacak hiçbir şey bulamıyorum. Canım yazmak bile istemiyor :( Ama nedense her seferinde kendimi bilgisayar karşısında, blogu açmış olarak buluyorum. Keşke hayatım çok egzantrik, macera dolu olsaydı falan da demiyorum. Yine işsizlik sendromu mu yaşıyorum bilemiyorum. Çok şey istemiyorum. Yani, sabahları kalktığımda saçlarımı köpeğimin elinden 21654 kere kurtardığım yırtık pırtık lastikle toplamak yerine, fönleyeyim istiyorum. Her sabah bakım kremimi sürüp hafif makyajımı yapıp yeni aldığım bir sürü ayakkabıdan birini giyip evimden çıkayım aceleyle istiyorum. Araba sürebileyim istiyorum. Evime 15-20 dk mesafedeki iş yerime her sabah arabamla gidip geleyim, yağmurlu havalarda fönlü saçları bozulanlara hava atayım istiyorum. Bir kerecik olsun, satın alacağım bir şey için milyon kere düşünmeyeyim, kocişime bu masrafı yaptırdığım için vicdanım bana hesap sormasın istiyorum. Vurdumduymaz olabilmek istiyorum. Ve savurgan...

Günde iki kez köpeğimi gezdirmek benim için cehennem azabı olmasın istiyorum. Zevkle yapayım bu işi. Sportif bir insan olayım. Günde 45 dk yürümedim mi içim rahat etmesin.

Her şeyi boş ver de... Ben artık faydalı olmak ve faydalı olduğum hissettirilsin istiyorum. Şimdi gidip göbeğimi televizyon izleyeceğim.

Bbye...

8 Eyl 2011

İstanbul Seni Mahvetmiş...


Dün, eşimin teyzesiyle Cevahir AVM'de buluştuk. Yol beni mahvetti. Önceden bunun iki katı zorlukta ve uzunlukta yolları her gün gidip gelen ben, helak oldum resmen. Neyse, giderken de gelirken de metrobüste dikkatimi çeken bir şey oldu. Genci yaşlısı bütün kadınlar ayakta, +5 yaş altı bütün erkekler yayılmış oturuyor. Nerde kaldı sizin erkekliğiniz, yiğitliğiniz, delikanlılığınız? Hani kadını kendinizden zayıf görüyordunuz? Niye kalkıp yer vermiyor erkekler bayanlara? Hani daha dayanıklıydınız beyler? Kınıyorum hepinizi, yazıklar olsun size. Bi de metrobüse, otobüse binerken koca koca adamlar beni bi  ittiriyorlar. Üstümden geçecek kolayını bulsa adam. Hayır yani, Allah'ın öküzü, içeride senin bana bir centilmen olarak yer vermen lazım. Ne itekliyorsun??

Neyse dönüşte Avcılar'dan otobüse binecem. Son duraktayız. Durağa gittim. Sıra falan yapmamışlar. Herkes kendi halinde. Gezenler, oturanlar, sigara içenler. Kaldı ki zaten 6-7 kişi var durakta. Benden sonra da birkaç kişi geldi. En fazla 15 kişi varız. Otobüs durağa yanaştı, kapının önüne yığıldılar. Sıra falan yine yok. Ama bir yığılma var, çok komik böyle. Ben de eski bir İstanbullu olarak sıranın önlerine doğru geçtim, ki benden sonra gelen iki tane kapalı abla 3.sıraya yerleşmişti bile. Kucaklarında bebekleri vardı, bana anormal gelmedi öne geçmek istemeleri. Neyse tam binilecek, ön sıralarda bir adam bana kaş göz işaretleri yapmaya başladı, "noooluyo" diyor kendince... Ben de bir şey mi var dedim. Adam bana "sıra var" diye çemkirdi. Ben de "geldiğimde sıra falan yoktu, otobüsü görünce yığıldınız"dedim. Bu sırada amcanın önündeki tiki kızımız "bordaan şoraya doooru sıra vağğrr" diye açıklamasını ihmal etmedi sağ olsun. Hayır, ben zaten sıra olması taraftarıyım. Çünkü zaten 10dk.da bir kalkan bir hatta, oturamayacağım otobüse binmeyi kesinlikle istemem. Herkes sıradan biner, bana yer kalmadıysa ben bir sonraki otobüsü beklerim. Yıllarca böyle gidip geldim üniversiteye. Benim kızdığım, ortada olmayan bir sıradan, açıkgözlülük ve sürat ile kendisine haksız çıkar elde etmiş insanların pişkinliği... Hayır bi de laf sokuyosun utanmadan. Neyse sonra ben bu amcaya "içeride sizin bana yer vermeniz gerekir zaten, ben bir bayanım. siz otururken ben ayakta mı gideceğim" dedim. Kaldı ki, başta da dediğim gibi, yer bol/kişi sayısı az. Ulan zaten oturacaz hepimiz. Ben lafı daha fazla uzatmak istemediğimden sıranın en sonuna geçtim. Sonra otobüsün kapıları açıldı, bindik. Adam en ön koltuğun koridor tarafına oturmuş, cam kenarını da bana ayırmış. Manyak mıdır nedir? Tuttu kolumdan ben geçerken, "gel buraya otur"falan diye ısrar ediyor. Hayır diyorum, kolumu da kurtaramıyorum. Tersledim en sonunda. Geçtim en arkanın bir önüne,  oturdum. Oturduğum an gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Hayatta böyle salakça şeyler için ağlamam. Ama hem bu şehre geri dönmüş olmak, hem günü yorgunluğu, stresi, hem de insanların ne kadar pislik olduğu düşüncesi sinirlerimi boşalttı sanırım. Oturduğum yerde bir 10 dk ağladım sessizce. Neyse ki güneş gözlüklerim vardı, kimse görmedi ağladığımı. Sanırım :)

Neyse işte böyle. Bunları yazarken aklıma başka bir sık geçen hat otobüsünde yaşadığım saçmalıklar silsilesi geldi. Bu da yine indirimli hattı. Metrodan kalkıyordu işte. İş çıkış saatlerinde 15 dk.da bir geçen bu hatta, bir keresinde insanlar öyle bir doluşmuşlardı ki, zaten eski olan otobüsün orta kapısı bunca basınca dayanamayıp ellerinde kalmıştı. Kapının bir kanadını bir kişi, diğer kanadını bir başka kişi tutuyordu. Biri inmek için düğmeye bastığında kapıyla beraber aşağı iniyorlardı. Ben indim ara duraklardan birinde. Kapı noldu bilmiyorum yani :) Hatta bazı sabahlar, derse geç kaldığımızda biz de bu dopdolu otobüse binmek zorunda kalırdık arkadaşımla. Ayakta durmamıza, otobüs onca sallanmasına/sarsılmasına rağmen hiçbir yere tutunmadan ve düşmeden gelirdik metroya. Çünkü otobüste düşebileceğimiz bir hava boşluğu dahi yoktu :)

Sizin var mı absürt otobüs anılarınız?

Bbye...

Not: Dün kullandığım hat 500T değildi. Zaten Avrupa yakasında yaşıyorum ben. İstanbul'daki toplu taşımacılığı bunun kadar güzel ifade eden başka bir görsel öğe olmadığı için bunu seçtim :)

6 Eyl 2011

Teenage Mutant Ninja Turtles!


Yine uzuuuuunnn bir aradan sonra blogumun başındayım. Bu kadar çok ara vermeme bir sürü şey sebep oldu aslında. Taşınma, yerleşme, alışma, kocişi yeni işine uğurlama fasa fiso. Bi de bazı çok çok önemli değişiklikler falan filan. Neyse biz bu ıvır zıvırı geçelim de, geçen gün Torium'un kadınlar tuvaletinde aklıma gelen bir konuyu paylaşayım sizlerle olmaz mı? :)

Dediğim gibi, geçen cuma günü, ailece Torium'u görmeye gittik. Evet, çok sığ insanlarız, ailece pikniğe falan değil AVM görmeye gidiyoruz. Mok var çünkü :P Neyse. Gezerken gezerken, bu aralar kapıyı sık sık çalmaya başlamış olan küçük tuvaletim yine geldi ve tuvalete koştuk - yine ailece :S - Tuvalette biz kadınların en doğal ihtiyaçlarımızı bile görebilmek için ne zorluklarla karşılaştığımızı ve bunlarla başa çıkmak için ne tür mutasyonlar geçirdiğimizi düşünme fırsatım oldu. Eve döndüğümdeyse bu düşüncelerimi detaylandırdım ve ortaya aşağıdaki gibi bir liste çıktı minnoşlarım :


  1. Tuvalet Mutasyonu : Tabi ki bana bu ilhamı verdiği için ilk sırayı bu mutasyona verdim. Tuvalet mutasyonu dediğimiz şey, ortak kullanım alanlarındaki tuvaletler için kadın bedeninin geliştirdiği önemli bir savunma tekniği. Alafranga tuvaletle karşılaşan bir kadın bedeni hemen savunmaya geçer ve kesinlikle hiçbir yere temas etmeden önce tuvalet kabinine girmeyi daha sonra da işini görmeyi başarır. Bu işlem sırasında önemli olan yüzeyle sıfır temastır. Zira bizden önce girenlerin ne halt ettiklerini bilemeyiz. O ıslak ellerini nerelere sürdüler? Elleri neden ıslanmıştı? Ellerinde başka organik maddeler de var mıydı gibi sorularla muhatap olmamaktır amaç. Ha bir de bu mutasyonunu henüz tamamlayamamış, bu nedenle deliğe değil etrafa yapan kız arkadaşlarımız da yok değil. Burada en önemli husus nedir? DİKKAT! Lütfen daha dikkatli olalım ve mutasyonumuzu tamamlamadan ortak kullanım alanlarındaki tuvaletleri kullanmayalım, pislik yapmayalım.
  2. Makyaj Mutasyonu : Biz kadınlarda, erkeklerden farklı olarak bulunması gereken bir diğer özellik de, her ne koşulda olursa olsun bakımlı görünmektir. Saçlarımız hep parlak ve sağlıklı, yanaklarımız hep mahcup ve pembe, bakışlarımız hep derin ve duygulu olmak zorunda. Bu sebeptendir ki; biz kadınlar, makyaj mutasyonuna uğramışızdır. Örnek olarak; okul tuvaletindeki el kurutucuda saçına fön çekeninden, Şirinevler-Yenibosna trafiğinde dur-kalk yaparken rimel sürenine;  dev boy allık fırçasını bile clutch'ından ayırmayanından, dudakları hep az önce yağlı patates kızartması yemiş gibi seksi görünsün diye saniyede 100 vuruş hızıyla lipgloss tazeleyenine kadar geniş bir yelpaze sunabiliriz.
  3. Ped (Ticari İsmiyle Hijyenik Kadın Bağı) Kardeşliği Mutasyonu : Bu mutasyon da bir kadın için hayati önem taşımaktadır. Öyle ki; bu mutasyon olmasaydı birçok kadın sosyal ortamdan itilmiş, ayda bir haftasını evinden çıkmadan geçiren bir varlık olacaktı. Hatta kadınlar sokaklarda güven içinde, huzurla dolaşamaz hale geleceklerdi. Gelelim bu mutasyon türünü açıklamaya. Bu mutasyon türünde ihtiyaç sahibi kadın çeşitli frekans dalgaları yayarak hemen ihtiyacını karşılayabilecek uygun kardeşini arar. İhtiyacı karşılayabilecek uygun kadın da, yayılan dalgalardan ihtiyaç sahibini hisseder ve hemen yardımcı olur. Ya da siz olayı bu kadar uzatmayıp en yakındaki kızlar tuvaletindeki kadınlara da sorabilirsiniz... 
  4. Ay Ben Rejimdeyiiiimm Mutasyonu : Her hanım kızımız gibi kesinlikle bu cümleyi sen de kurdun. Evde yapayalnızken vur patlasın/çal oynasın giden yemek saatleri, gelsin mantılar/gitsin tatlılar geçen akşam yemekleri, parmak gibi sarmalar/kese gibi dolmalar derken; birkaç kadın arkadaş bir araya gelindi mi "ayy ben rejimdeyiiiaamm" diye diye birbirini darlamalar, öbürlerinin de yediğini/yiyeceğini boğazına dizmeler... Eskiden biz kadınlar daha özgürdük. Bir altın gününde tüketilen karbonhidrat/yağ miktarıyla 60 lt depolu bir otomobilin deposu fullenebilirdi. Eskiden yiyen değil yemeyen ayıplanırdı, hatta ona küsülürdü. Ancak gelişen teknoloji ve artan toplum ihtiyaçları sonucu (!) kadın kadına yapılan çay saatlerinde börekler, kekler, efendime söyleyeyim kurabiyeler, poğaçalar tarih oldu. Bunların yerine sası salatalar, light dondurmalar, sütlü tatlılar ve hep aynı "ay şekeriieemm, sen kilo mu aldın görüşmeyeliiiee?" ya da "hayatım senin simitler de kocaman olmuş, bizim salona yazılsana" diyalogları ile geçen günler geldi. Ve kadın bunlardan zevk alabilmek uğruna mutasyona uğradı...
  5. Görünmeyeni Görmek, Duyulmayanı Duymak : 4 numaralı mutasyonu geçirdikten sonra hayatta zevk alabileceği fazlaca da bir şeyi kalmayan kadın, kendine başka bir uğraş bulmak zorundaydı. Tabi milyonlarca olasılık arasından, kendisine en zevkli olanı seçti : Dedikodu! Ama bu yeterli değildi. Elini attığı her işte olduğu gibi, bunda da en iyi kendisi olmak istedi. Bu nedenledir ki; bir kadın daima erkeğin sakladıklarını görür, duyar, bulur ve çıkarır. Ona göre beyler!! İşte tüm bu nedenlerden ötürü, kadının kulakları başka bir boyuta geçerek her şeyi herkesten önce duyabilmek için gelişti. Gözleri ise bir kartalınkilerden bile daha keskinleşti ki; detaylarda gizlenen her şeyi görebilsin. O gün bugündür, kadın karşısındakinin davranışlarından, bakışlarından ve imalarından aslında ne demek istediğin çok iyi anlar oldu. Hatta bu mutasyon öyle gelişti ki; kadın sevgilisi söylemeden ne zaman terkedileceğini ya da ne zaman evleneceklerini bile anladı. 

Artık kadın daha mı mutlu bilemiyorum :) Ama bu mutasyonların hepimize bir şekilde yaradığı kesin...

NOT : Bu mutanta karşı koyabilmek isteyen beyler, size de bir iyilik yapıp bitireceğim yazımı. Onun en zayıf noktası; şefkatli bir sarılış, tatlı bir söz, yürekten gelen bir öpücükle ortaya çıkar. Öldürücü darbeyi ise özel günleri hatırlayıp ona durup dururken daha daha daha fazla ayakkabı almakla vurabilirsiniz!